Yargıtay Onursal 1. Başkanı Sayın Mehmet Derviş TURHAN'ın 1981-1982 Adli 
Yıl Açılış Konuşması
MEHMET DERVİŞ TURHAN. (1980 -1984)
1919 yılında Mardin'de doğmuştur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 
1942 senesinde bitirdikten sonra, Artvin Cumhuriyet Savcı Yardımcısı olarak 
16.8.1945 günü mesleğe başlayan Mehmet Devriş Turhan, daha sonra sırasıyla; 
Çemişgezek Hâkimliği ve Simav Hukuk Hâkimliği ile Eskişehir Hukuk Hâkimliği 
görevlerinde bulunmuştur.
28.10.1963 tarihinde Yargıtay Üyeliğine, 7.6.1973 gününde de Yargıtay 
Büyük Genel Kurulu tarafından Onüçüncü Hukuk Dairesi Başkanlığına seçilen Mehmet 
Derviş Turhan, bir ara ek görev olarak Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı da 
yapmıştır.
Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesi Başkanı iken, 15 Eylül 1980 günü Yargıtay 
Büyük Genel Kurulu'nca Yargıtay Birinci Başkanlığına seçilen Mehmet Derviş 
Turhan, bu görevinden 3 Ağustos 1984 günü yasal yaş sının nedeniyle emekliye 
ayrılmıştır.
 
SAYIN KONUKLAR, 
DE?ERLİ MESLEKTAŞLARIM.
Büyük Türk Ulusu adına adalet dağıtma görevini yerine getirmekte olan 
mahkemelerimiz yasal tatil süresi bittiğinden bugün yeni çalışma dönemine girmiş 
bulunuyorlar. 1981 -1982 Adalet Yılını Yüce Türk Ulusu'na hayırlı ve uğurlu 
olması dileğiyle açıyorum. Toplantımıza onur verdiğinizden dolayı 
teşekkürlerimi sunarım.
Yeni Adalet Yılına girerken geçen yıl içinde sonsuzluğa göçen Hâkim ve 
Cumhuriyet Savcılarına ve diğer adalet görevlilerine Tanrı'dan rahmet diler, 
aziz anıları önünde saygıyla eğilirim.
Her yıl birkaç seçkin arkadaşımızı topluluğumuzdan uzaklaşmak zorunda 
bırakan yaş sınırı hükümleri, bu yıl da bizi bir kısım meslektaşlarımızın 
çalışma ve yardımından yoksun bırakmıştır. Bazı arkadaşlarımız da kendi 
istekleriyle emekliye ayrılmışlardır. Gerek Yargıtay toplumundan, gerekse 
hâkimliğin çeşitli kademelerinden geçen yıl emekliye ayrılan ve yaşamlarının en 
verimli yıllarını adalet hizmetine vermiş olan bu arkadaşlarımızı takdir 
duyguları ve saygıyla selâmlar, bundan sonraki yaşamlarında sağlık, mutluluk ve 
uzun ömürler dilerim.
12 EYLÜL HAREKÂTI
12 Eylül 1980'den önceki Adalet Yılı Devletimiz ve Ulusumuz için büyük 
tehlikeler, sürekli sarsıntılar doğuran huzursuzluklar içinde geçmiştir.
Anayasamızın 3. maddesinde "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle 
bölünmez bir bütündür" denilmektedir. Son yıllarda girişilen eylemlerle bu 
bütünlük ortadan kaldırılmak istenmiş ve Devlet tehlikeye düşürülmüştür.
Gerçekten, Harekâttan önceki Adalet Yılında anarşi doruğa çıkmış, 
bölücülük yaygınlaşmış, Demokratik sistemin temel müessesesi olan Parlamento 
Görevini yapamaz hale gelmiş, can ve mal güvenliği ortadan kalmış ve ülkemiz iç 
savaş eşiğine getirilmiştir.
 
Hukuk devletinde, kişinin en son dayanağı, sığınağı, hak arama yeri yargı 
organları, bu organlarda görev alan hâkimler, tümüyle adalet kuruluşudur. Son 
yıllarda Hâkimler, Cumhuriyet Savcıları tehdit ediliyor, yaralanıyor hatta sokak 
ortasında ya da kapıları çalınarak öldürülüyordu. Ulus adına yargı yetkisini 
kullananlara karşı girişilen bu saldırılar "ülkenin temeli" olan adaleti 
sarsmağa başlamıştı. Ancak Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarımız bu can 
güvensizliğine rağmen hukukun işlerliğini sağlamak amacıyla görevlerini tam bir 
özveri ve sorumluluk bilinci içinde sürdürmüşlerdir.
Ülkemizin düşürüldüğü tarihinin bu en bunalımlı döneminden kurtarılması 
için Türk Silâhlı Kuvvetleri, bir kısım basın ve kuruluşlar uyarılarda 
bulundular. Geçen Adalet Yılının açış konuşmasında da, "Ülkenin yönetiminde 
görev alan tüm sorumluların ve bütün kuruluşların öz varlığımıza yönelik iç ve 
dış kökenli tehlikelerin bilinci içinde her türlü yan düşünceyi ve kısır 
çekişmeleri bir yana bırakarak Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk ilkeleri 
doğrultusunda birleşmeleri, elbirliği, gönülbirliğiyle önlemler saptayıp vakit 
geçirmeden uygulamaya koyabilmeleri" gereğine işaret edilmişti. Tüm ısrarlı 
uyarıların bir sonuç vermemesi üzerine, Türk Silâhlı Kuvvetleri; Ulusun 
birliğini, ülkenin bölünmezliğini, car) ve mal güvenliğini, sosyal adalete, 
kişinin hak ve özgürlüğüne, Atatürk ilkelerine dayalı parlamenter demokratik 
bir düzenin gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla 12 Eylül 1980 günü tarihi 
bir görev yüklenerek devlet yönetimine tümüyle elkoymuştur.
12 Eylül Harekatı'ndan sonra Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarımız görevlerini 
huzur ve güven içinde yürütmektedirler. Bu kıvanç verici ortamı sağlayan Türk 
Silâhlı Kuvvetleri'ne yargı adına en içten teşekkürlerimi sunmayı zevkli bir 
ödev sayarım.
ATATÜRK'ÜN HUKUK DEVRİMİ
Sayın Dinleyicilerim,
1981 -1982 Adalet Yılı açılış töreninin, tüm yurt düzeyinde ulusça 
kutladığımız Atatürk'ün 100. doğum yıldönümüne rastlaması mutlu bir olaydır. Bu 
vesile ile büyük Atatürk'ün önder kişiliği üzerinde durmak ve O'nun Hukuk 
Devriminden söz etmek isterim.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Ulu Önder Atatürk, olağanüstü kişiliğiyle 
dünyayı etkilemiş, özellikle Kurtuluş Savaşı ve Devrimleri ile bütün tutsak 
uluslara örnek olmuştur. Sömürge durumundan kurtulmak ve bağımsızlığa kavuşmak 
isteyen ülkeler Atatürk'ü önder bilmişlerdir.
Mustafa Kemal'in düşüncesinde ulusal kurtuluş, ulusal bağımsızlık ve 
ulusal egemenlik gerçeği gizliydi. Bu gerçek yalnızca Türk Ulusu'na değil, bütün 
mazlum uluslara yeni doğuşlarını ve zulmün yenilişini müjdeliyordu.
O'nun "Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını 
nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle 
görüyorum. istiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. 
Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih 
vukubulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer 
olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır.
Müstemlekecilik ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerlerine 
milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve 
işbirliği çağı hâkim olacaktır.
Size bu sözleri söyleyen Cumhur Reisi değil, sadece Türk Milleti'nin bir 
ferdi olarak Mustafa Kemâl'dir. Bu hususa bilhassa nazarı dikkatinizi 
celbederim" diyen sözleri tüm mazlum ulusların, ulusal kurtuluşlarına, ulusal 
bağımsızlıklarına kavuşmalarına ve zulmün yenilişine yetmiştir.
Türk tarihinde birçok büyük devlet adamı, değerli asker, eşsiz komutan ve 
üstün nitelikte kişiler yetişmiştir; ancak Atatürk'ün bunlar arasında müstesna 
bir yeri vardır. O, tüm insanlığın büyüklüğünde birleştiği eşsiz bir dahi idi. 
Çürümüş ve çökmekte olan Osmanlı imparatorluğu toplumundan yeni bir ruhla 
dipdiri bir yirminci yüzyıl Türkiye’sini yaratmıştır.
Atatürk her şeyden önce bir devrim lideridir. O, devrimlerimizin 
yaratacısı, kurucusu ve koruyucusudur. Bugünkü toplumumuzun yapısı Atatürk'ün 
yarattığı devrimin sonucudur.
Atatürk devrimlerinin amacı Türk Devleti'nin tüm modernleşmesidir. O'nun 
devrimlerinde temel saydığı koşul ve amaç ülkesini ortaçağ düşüncesinden 
kurtararak Türk Ulusu'nu uygar Batı topluluğunun ön safına ulaştırmaktır.
Bilindiği gibi Osmanlı imparatorluğu döneminde hukuk, din kurallarına 
bağlanmış, devlet işleri din kurallarına göre yürütülmüş ve din adamlarının 
denetimine bırakılmıştı. Bu düzenin sürdürülmesi büyük sakıncalar doğuracaktı. 
Zira, din kuralları ebedi, yani değişmez kurallardır. Yaşam ise sürekli 
değişiklik içindedir ve hukuk kurallarının da gereksinmelere göre değişeceği 
doğaldır, öyle ise modern toplum düzeninin ihtiyaçlarını ancak lâyık hukuk 
kuralları karşılayabilirdi ve hukuk ile dinin birbirinden ayrılması, hukukun din 
karşısında tarafsız olması zorunlu idi. işte Atatürk'ün gerçekleştirdiği Hukuk 
Devrimi ile dinsel hukuktan batı hukukuna geçilmiş ve böylece Türk Toplumu 
Avrupa hukuk sistemine katılmıştır. Bu yolda atılmış önemli adım yeni Devletin 
temelini kuran 1921 Anayasası'dır. Bundan sonra Türk Kanunu Medenisi, Ticaret 
Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu, Ceza Kanunu, icra ye iflâs Kanunu 
kabul edilmiş, daha sonrada ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi 
amaçlayan bir çok kanunlar çıkarılmış ve halen yürürlüktedir. Bunlardan bir 
bölümü devrim kanunlarıdır. 1961 Anayasası'nın 153. maddesi devrim kanunlarından 
sekizinin taşıdığı hükümlerin Anayasaya aykırı olduğunun ileri sürülemiyeceğini 
Öngörmüştür. Anılan maddede yer alan sekiz kanundan birisi de Hukuk Devrimi ile 
ilgili Türk Medenî Kanununun evlenme akdinin evlendirme memuru tarafından 
yapılacağına ilişkin medenî nikâh esası ile aynı Kanunun 110. maddesinde 
belirtilen medenî nikâh yapılmadan evlenmenin dinî merasiminin yapılamıyacağı 
esasıdır.
Büyük Atatürk 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ni açarken, adalet ve 
hukukun her şeyin temeli olduğunu, Cumhuriyetin yapıcısı ve kollayıcısı olan bu 
büyük kuruluşun açılışında duyduğu mutluluğu hiçbir girişimde duymadığını 
açıklamak suretiyle hukuka saygı ve hukukçuya güven düşüncesinin en belirgin 
örneğini vermiş ve ayrıca "Bir hükümet ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, 
özgürlük ve her şey adaletle var olur... Bir ülkede adalet olmazsa o ülkede 
anarşi var demektir. Orada özgürlük yok demektir" diyerek yargının 
bağımsızlığını ve hâkimlerin güvencesini savunmuştur.
Atatürk'ün gerçekleştirdiği hukuk devrimi Cumhuriyetin en güçlü 
eserlerinden biridir, iftiharla ifade edebiliriz ki Türk hâkimleri devrim 
kanunlarının uygulanmasında; o kanunların devrimci niteliklerini daima gözönünde 
tutmuşlar, toplum bünyesine ve yararına yerleştirilmesinde başarı 
göstermişlerdir.
HUKUK DEVLETİNDE YARGI GÜCÜ
insan topluluklarının devlet halinde oluşmaya başladığı ilk zamanlardan 
beri hakkın yerine getirilmesi, adalet dağıtma işi devletin en önemli görevi 
sayılmıştır. "Adalet Mülkün Temelidir" ilkesi yüzyıllarca önce ortaya atılmış ve 
bugüne kadar gerçekliğinden hiçbir şey yitirmemiştir.
Çağdaş hukuk devletinde adalet dağıtma görevi bağımsız mahkemelere 
verilmiştir. Yürürlükteki Anayasamız da bu görevin bağımsız mahkemeler 
tarafından yerine getirilmesini öngörmüştür.
Yargı kuruluşumuzun yapısı Anayasamızda belirtilmiştir. Anayasanın 132.  
maddesinde hâkimlerin görevlerinde bağımsız oldukları, Anayasaya, kanuna, hukuka 
ve vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri, yasama ve yürütme organları ile 
idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ve idarenin, 
mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremiyeceği ve bunların yerine 
getirilmesini geciktiremiyeceği hükmü yer almış ve
133.maddesinde de hâkimlerin azlolunamıyacağı, kendileri istemedikçe 
Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamıyacağı, bir mahkemenin veya 
kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylıklarından yoksun kılınamıyacağı 
öngörülmüştür. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, mahkemelerin bağımsızlığı 
ve hâkimlerin teminatı esasını benimsemekle, Türk hâkimi önünde hak iddia eden 
herkesin hakkını en kutsal ve en dokunulmaz bir güvenceye bağlamıştır.
Bağımsızlık ve güvence, hâkimleri ayrıcalıklı kılmak için değil, toplumda 
yaşayan insanların haklarından emin olmaları, gelişmeleri ve demokrasiden gereği 
gibi yararlanmaları için çağdaş Anayasalarda kabul edilmiştir.
Siyasal iktidar tarafından atanan,görevinden alınabilen, yerinin veya 
görevinin değiştirilmesi her zaman mümkün bulunan bir hâkimin, 
bağımsızlığından söz edilemez. Güvence ve bağımsızlıktan yoksun hâkimlerin 
verecekleri kararlar ne kadar doğru olursa olsun, halk tarafından kuşku ile 
karşılanır ve çok zaman halk o kararlara karşı saygı göstermez. Bu hal toplumun 
adalete karşı olan güvenini sarsar.
Bugün yurdumuzun en önemli sorununun ekonomik alanda kalkınma olduğu 
konusunda kimsenin kuşkusu bulunduğunu sanmıyorum. Bir ülkede gerçek ekonomik 
kalkınma ancak adalet işlerinin aksamadan yürümesine bağlıdır. Parasını ekonomi 
alanına yatırmak isteyen sermaye sahibinin, emeğini değerlendirecek işçinin 
korkusuz ve kaygısız olarak kendilerine düşeni yapabilmeleri mahkemelerin kanuna 
uygun ve çabuk kararlar vermesine, bu kararların tezelden yerine getirilmesine 
ve bunun böyle olduğuna herkesin inanmış bulunmasına bağlıdır. Adalete güven 
bulunmayan ülkelerde yerli ve yabancı sermaye işe atılmaya pek hevesli olmaz. 
Uğrayabileceği haksızlığı kolayca giderme olanağına sahip olduğuna inanmayan 
işçi kendisini işine 3ereği gibi bağlayamaz, işveren de böyle bir durumda işçiye 
karşı gerekli 9üveni göstermez. Bu hal iş hayatının gelişmesini önler ve 
ekonomik yönden kötü sonuçlar meydana getirir. Öyle ise adalet işlerinin iyi ve 
çabuk görülmesi ekonomik kalkınmanın ilk koşullarındandır.
Bir toplumda halk adalete inanmaz duruma gelmişse o rejim çürümüş demektir 
ve kısa bir zamanda çökmeye mahkûmdur. Toplumda yaşayan insanların haklarından 
emin olmaları, gelişmeleri ve demokrasiden gereği gibi yararlanlamaları için 
çağdaş Anayasalarda kabul edilmiş bulunan güvence ve bağımsızlıktan hâkimi 
yoksun kılmak veya bağımsızlık ve güvenceyi daraltmak suretiyle hâkimleri 
yürütme organlarının etki alanına sokmak çok sakıncalı ve tehlikelidir. Türkiye 
demokratik bir hukuk devleti olduğuna, çağdaş hukuk devleti; yasama, yürütme ve 
yargı erklerinin dengeli şekildeki ayırımı esasına dayandığına göre, yargı 
erkine çağdaş anayasaların temel hükümleriyle verilen hak ve yetkilerine 
dokunulmaması, dolaylı dahi olsa mahkemeleri etkileyici, bağımsızlıklarını 
zedeleyici tasarruflardan kaçınılması gerekir. Aksine bir tutum hukuk devleti 
niteliğine gölge düşürür.
13/5/1981 tarih ve 2461 sayılı Kanunla Yüksek Hâkimler ve Yüksek Savcılar 
Kurulları kaldırılmış ve bunların yerine Yargıtay, Danıştay ve Uyuşmazlık 
Mahkemesi Üyelerinin seçimi ile Yargıtay ve Danıştay üyeleri dışında kalan adlî 
ve idarî yargı hâkim ve savcılarının özlük işlerini yürütmek üzere Adalet 
Bakanının Başkanlığında Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarının kendi daire 
başkan ve üyeleri arasından göstereceği adaylardan, Devlet Başkanınca seçilen 
ikişer asıl, ikişer yedek üye ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve Özlük işleri 
Genel Müdüründen oluşan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu öngörülmüştür. 2462 
sayılı Kanunla da 2556 sayılı Hâkimler Kanununun bazı maddeleri değiştirilmiş 
ve bu Kanuna üç ek madde ilâve edilmiş bulunmaktadır. Bu değişiklikler ve 
düzenlemeler nedeniyle yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatı, basında ve 
bilimsel alanda tartışma konusu yapılmıştır. Gerçekten bu iki Kanun 
hükümlerinin incelenmesinden Kurul'un oluşmasında Adalet Bakanlığı'na ağırlık 
verildiği anlaşılmaktadır.
Silâhlı Kuvvetler Yönetiminin iyi niyetinden ve tarafsızlığından kimse 
kuşku duymamaktadır. Gerek Devlet Başkanı gerek Adalet Bakanı siyasal etki 
alanının dışındadırlar. Duyulan kuşkular ve kaygılar bugünün yönetimi için 
değil, sonraki dönemlere ilişkindir, ileride demokratik düzene geçildiğinde 
siyasal bir makamın temsilcisi olan Adalet Bakanının siyasal etkiler dışında 
kalamıyacağı kuşkusu ister istemez duyulacaktır. Eski dönemlerde hâkimler 
hakkında yapılan bazı kanunsuz tasarruflar ileride bu tür davranışların 
olabileceğini düşünenlere hak vermektedir. Nitekim, Adalet Bakanlığı'nın 
hâkimler hakkındaki 1960 öncesi siyasal amaçlı emeklilik, atama ve yer 
değiştirme işlemleri bilinen bir gerçektir. Bu nedenle 2461 ve 2462 sayılı 
Kanunların tekrar gözden geçirilerek ileride sakınca doğurabilecek hükümlerin 
değiştirilmesi gerektiği ve yeni Anayasa hazırlanırken hâkimlerin görevlerini 
herhangi bir endişeye kapılmadan yapabilmelerinin, siyasal iktidarların 
etkisinden uzak tutulmasının sayısız yararlar sağlayacağı inancındayım.
YARGITAY VE MAHKEMELERİN ÇALIŞMASI
Ülkemizde adalet mahkemeleri her yıl yaklaşık üç milyon davaya 
bakmaktadır. Bugün normal olarak bir ağır ceza mahkemesinin yılda ortalama 250, 
asliye ceza ve asliye hukuk mahkemelerinin 500-750, sulh hukuk ve sulh ceza 
mahkemelerinin de 1000 -1200 davaya bakabilecekleri kabul edilmektedir. Oysa, 
mahkemelere gelen iş sayısı bu rakamların çok üstündedir.
Edindiğimiz bilgilere göre 1970 yılından bu yana, adalet mahkemelerinin iş 
hacminde, anlaşmazlıkların türü itibariyle artış oranı % 40 ilâ % 400'e ulaşmış 
olup 1979 -1980 yılı içerisinde mahkemelerde görülmekte olan dava adedi 
2.806.569'dur. iş hacmi ve mevcut hâkim kadrosu gözetilerek daha 1042 hâkime ve 
kurulup ta faaliyete geçirilmiyenlerle birlikte 301 yeni mahkemeye ihtiyaç 
duyulmaktadır.
Bugüne kadar gereksinme duyulan hâkim kadrosu sağlanamamış, yeter sayıda 
mahkemeler kurulamamış ve ihtiyaç duyulan mahkemelerin işi de böylece öbür 
mahkemelere yüklenmiştir. Bir günde 40 - 50 davanın görüldüğü mahkemeler 
vardır.
Her yıl nüfusumuzun hızla çoğalmasının, ekonomik ve sosyal ilişkilerin 
artmasının hukuk açısından yeni iş ve davalara neden olması doğaldır. Örneğin, 
nüfusun çoğalmasiyle konut ve iş yeri ihtiyacı bu artış karşısında doğal olarak 
artmaktadır. Mecut konut ve işyerleri ihtiyacı karşılayamamaktadır. Bunun 
sonucu olarak da mal sahibi - kiracı uyuşmazlıkları çok artmıştır. Bu tür 
davaların azalması ancak Devletin bu işe el atması ve inşaata hız verilmesiyle 
mümkün olacaktır.
Mahkemelere gelen iş sayısının yıldan yıla artması, hâkimlerimizi 
altından kalkılması çok zor bir duruma sokmaktadır. Hâkimin baktığı davaların 
sayısının bir insanın gücüyle karşılanamıyacak kadar çok bulunması yüzünden 
hâkimin iş yükü altında ezildiğinin yurttaşlar arasında yayılmış olması, onun 
kararlarının doğru olmadığı izlenimini uyandırabileceğinden, böyle bir durum 
kararlara karşı sosyal güveni sarsar.
Hâkimlerimizin büyük bir iyiniyet ve özveri ile çalışmaları bu ağır yükün 
altından kalkmaları için yetmemektedir, iş sayısının boyuna çoğalması, hakim ve 
mahkeme sayısının ise bu oranda artırılmaması sonucu davaların karara 
bağlanması gecikmektedir. Oysa, süratli bir yargılamadan yararlanmak insan için 
temel haklardan birisini oluşturmaktadır. Gereksiz ve yersiz gecikme 
haksızlığın giderilmesi olanağını ortadan kaldırmakta ve davaların gecikeceğine 
ilişkin bir inancın vatandaşlar arasında yaygınlaşması, hakkın yargı mercileri 
önünde aranmasından vazgeçilmesi ve hukuk dışı araçlara başvurulması sonucunu 
doğurmaktadır. Özellikle enflâsyonun yaygınlaştığı bir ortamda, kanuna uygun 
hüküm verilmiş olmasına rağmen davacının aslında davasını geniş ölçüde kaybetmiş 
bulunması sonucu doğmaktadır. Adalet, ancak sür'atle gerçekleşirse değer 
kazanır. Geç adalet tecellisi toplumda huzursuzluk yaratır ve adalete karşı olan 
saygı ve güveni sarsar. O halde, mahkemelerde ve adalet dairelerinde, işlerin 
uzadığından ve hakkın çabuk yerine getirilemediğinden ötürü yapılan şikâyetleri 
ortadan kaldırmak için davaların uzamasını önleyecek tedbirlerin bir an önce 
alınması zorunluğu vardır.
Her ne kadar yargının işlemesinin çabuklaştırılması amacı ile Ceza ve 
Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunlarında yapılan bazı değişiklikler özleneni bir 
ölçüde sağlayacak içerikte ise de; temelde soruna köklü çözümler getirecek bir 
yargı reformuna gidilmesi gerektiğinde kuşku yoktur.
Bugün için iş miktarı çok olan il ve ilçelerde yeni mahkemeler kurulması, 
hâkim ve personel kadrosunun artırılması yoluna gidilmesi bir çare olarak 
düşünülebilir. Ancak bu düşüncenin de soruna yeterli bir çözüm getirmeyeceği 
bilinmelidir.
Yargıtay'ın çalışmalarına gelince : 1980 yılında Yargıtay'a 159.855 
Hukuk, 63.913 Ceza olmak üzere toplam 223.768 dava dosyası gelmiştir. Bir 
önceki yıldan kalan 14.997 dava ile birlikte 238.765'e ulaşan işten, 222.049'u 
sonuçlandırılmış, geri kalan 16.716 dava 1981 yılına aktarılmıştır. Genel 
Kurullarda incelenen dosya sayısı çıkarıldığında, her bir hukuk ve ceza 
dairesinde ortalama bir günde 90 dosya incelenmekte, tüm daireler ve Genel 
Kurullarda ise bir günde ortalama incelenen dosya sayısı (1000)'i aşmaktadır.
Yargıtay hâkimlerinin çok çalışması, tükenmeyen gayreti ve mesleğe karşı 
gösterdikleri özveri ve bağlılıkları sayesinde bu kadar işin altından 
kal-kabilmektedirler. Ancak az önce verilen rakamlar karşısında, Yargıtay'ın 
hukuk yaratmak ve içtihat birliğini sağlamak olan asıl görevini eksiksiz yerine 
getirdiği söylenemez.
Unutmamalıdır ki kanunu uygulayan kimse de nihayet bir insandır. Vücudu 
ve kafası ne kadar sağlam, meslekte bilgisi ve tecrübesi ne kadar çok olursa 
olsun, ona belli sınırı aşan bir yük yüklenince kendisinden beklenen titizliği 
göstermesi ve çalışmasının umulduğu gibi verimli olması olanaksızdır. Öyle ise 
kanunun gereği gibi uygulanmasını sağlamak için hâkime verilecek işlerin normal 
bir sayıyı aşmaması gerekir.
ÜST MAHKEMELER KURULMASI SORUNU
Yargıtay bir prensip mahkemesidir. Hukukî yönlerin dışındaki hususlar yani 
maddi olay ve delilleri takdir ile uğraşmamalıdır. Ancak bu takdirde hukuk 
yaratıcılığı görevini gereği gibi yerine getirebilir, işin yenilmesi için daire 
sayısının çoğaltılması geçici bir önlem olabilir. Bu yola başvurulması aynı tür 
davaların daireler arasında dağılması sonucu içtihatlar arasında birlik 
sağlanmasını güçleştirmekte ve bu nedenle son yıllarda eskisine oranla daha çok 
içtihadı birleştirme yoluna başvurulmasına gereksinme duyulmaktadır. O halde 
önlem ne olmalıdır? Öteden beri üzerinde durduğumuz husus vatandaşların, 
mahkemelerden verilen kararlara karşı doğrudan doğruya Yargıtay'a gelecek yerde 
basamak bir yargı yerine, yani ilk mahkemeler ile Yargıtay arasında kurulacak 
üst mahkemelere başvurmasıdır, ilk mahkemeler ile Yargıtay arasındaki böyle bir 
derece mahkemesi bir prensip mahkemesi olan Yargıtay'ın yükünü hafifletecek ve 
asıl görevini en iyi bir biçimde yerine getirmesini sağlayacaktır.
Üst mahkemelerin kurulması için yeter sayıda yetişmiş hâkim bulunmadığı 
ve bütçe olanakları vatandaşları hukukî güvenceden yoksun bırakmak için yeter 
bir neden değildir. Zira, belli bir süre içinde hâkim yetiştirilmesi mümkün 
olduğu gibi Devlet bütçesinden böylesine önemli bir iş için yeteri kadar ödenek 
ayrılması da mümkündür.
1963 yılında Adalet Bakanlığı'nca hazırlanan "Adliye Mahkemelerinin 
Kuruluşu" Hakkında Kanun tasarısının gerekçesinde, yurttaşlara yeni bir hukukî 
teminat sağlamak ve Yargıtay'ı n altından kalkılmaz hale gelen yükünü 
hafifletmek, esas görevini yapabilir duruma getirmek amacıyla, Türkiye'nin 25 
yerinde Üst Mahkemeleri kurulması ve 1964 Eylül'ünden itibaren faaliyete geçmesi 
öngörülmüştü. Bu tasarı kanunlaşamadı. Yine Üst Mahkemelerin kurulması konusunda 
Yargıtay'ca hazırlanan ve 1975 yılında Adalet Bakanlığı'na verilen yasa taslağı 
da kanunlaşamamıştır. Büyük bir önem taşıyan bu konu üzerinde durulmalı, bazı 
sakıncaları giderilmek suretiyle bünyemize uygun üst Mahkemeler kurulması bir an 
önce gerçekleştirilmelidir.
ADALETİN Dİ?ER SORUNLARI
Her Adalet Yılının açılışında adalete ilişkin sorunlar dile getirilmekte, 
dilekler ifade edilmektedir. Bu yıl da gelecekteki çalışmaların daha iyi, daha 
kusursuz olmasını sağlama yolunda gerçekleştirilmesini arzuladığımız bazı 
önlemleri az önce ifade ettim. Diğer sorunları da özet olarak belirtmek 
istiyorum:
Sayın Konuklar,
Değerli Meslektaşlarım.
Kendisinden toplum yaşamı içinde adalet dağıtımı gibi en kutsal bir 
görevin yerine getirilmesini beklediğimiz hâkimin, bu görevini her türlü geçim 
endişesinden uzak olarak ve huzur içinde yapabilmesi için lâyık olduğu hayat 
düzeyini sağlamak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Anayasamızın 134. maddesinde, hâkimlerin aylık ve ödenekleri ve diğer 
özlük işlerinin kanunla düzenleneceği öngörülmüştür. Hâkim ödeneği hakkında 
Anayasada yer alan bu hükmü maddi yönden düşünmemelidir. Bu hükümden güdülen 
amaç hâkimin görevinin özel önemi nedeniyle ve bu öneme uygun olarak ona diğer 
kamu görevlilerinden farklı ödemeler yapılmasını sağlamaktır.
Hâkimler, hâkimlik kürsülerinde yetişir ve tecrübe sahibi olurlar. Bir 
Hâkim ancak 8 -10 yıl fiilen çalışma ile bu tecrübeyi kazanabilir. Bugün 
hâkimlik kürsülerinde yetişmiş, tecrübeli hâkimlerimizin maddi sıkıntılar 
yüzünden meslekten ayrıldıklarını görmekle büyük üzüntü duymaktayız. Halen açık 
Hâkim ve Savcı sayısı 1300'e ulaşmıştır.
Bu durum karşısında, hâkimlik mesleğinin gereken çekiciliği kazanmasını 
sağlamak üzere yeterli önlemler bir an Önce alınmalı ve yeni Anayasaya bu konuda 
gerekli hükümler konulmalıdır.
Bu arada, hâkim yetiştirme işi titizlikle ele alınarak hâkimlerin nitelik 
ve bilgi bakımından yetiştirilmesi için önlem alınması gerekmektedir. Bugünkü 
staj sistemi yetersiz bulunmaktadır. Aday kişiler çaba gösterdiği takdirde bir 
şeyler öğrenebilmektedir. Bu nedenle hâkim yetiştirilmesi konusu üzerinde 
durulup staj sağlam bir düzene bağlanmalı ve meslek özendirici koşullara 
kavuşturulmalıdır.
Adalet hizmetlerinin gereği gibi yerine getirilmesinde büyük katkıları 
bulunan Adalet Personelinin maddi olanaklarının günün ekonomik koşullarına 
göre düzeltilmesi zorunludur. Diğer kamu kesiminde çalışan personele çeşitli 
tazminatlar verilmesi Adalet Personeli ile bunlar arasındaki ücret dengesini 
büyük ölçüde bozmuş, Adalet Personelinin mağduriyetine neden olmuştur.
iyi bir ceza adeleti; mükemmel bir adlî zabıta kuruluşu ile 
gerçekleştirilebilir. Soruşturmaların, bu konuda yetişmiş, adaletin emrindeki 
polisler tarafından yapılması, ceza işlerinde çabukluğu sağlayacağı gibi adalet 
işlerinde bilgi ile yürütülen bir soruşturma ve delillerin saptanması, hüküm ve 
kararlarında hâkime kolaylık ve isabet sağlayacaktır.
Soruşturmaların idarî zabıta tarafından yapılması, doğru yapılsa dahi 
toplumda güven uyandırmamakta ve adlî zabıtanın, idarî zabıta içinde tutulması 
yürütmenin yargıya müdahalesi görüntüsünü vermektedir. Onun için Cumhuriyet 
Savcılarının görevlerini kolaylaştırmak, suç ve suçluyu en kısa zamanda tüm 
delilleriyle meydana çıkarmak, polisin taraf tuttuğu yolundaki söylentileri ve 
kuşkuları ortadan kaldırmak gibi büyük yararları bulunan Cumhuriyet 
Savcılıklarına bağlı "Adlî Zabıta" vakit geçirilmeden kurulmalıdır.
Ceza adaletinin amaçlarından birisi suçluluğa engel olmaktır. Bunun için 
suç sayılan eylemlere karşı cezalar öngörülmüştür. Öte yandan cezasını çeken 
suçlunun topluma pişman olmuş, uslanmış ve dürüst yaşamaya karar vermiş bir 
vatandaş olacak geri dönmesini sağlayacak önlemlerin de alınması gerekir. 
Cezasını çektikten sonra yeniden suç işleyecek kişiye son suçtan verilecek ceza, 
koşullan varsa artırılarak verilecektir. Yine bir kimse daha önce işlemiş olduğu 
bir suçtan ötürü cezası ertelenmiş ise yeni bir suç işlemesi halinde, koşulları 
varsa erteleme kararı kaldırılarak eski cezası ile birlikte yeni suçunun 
cezasını da çekecektir. Ancak bu önlemlerin yürütülebilmesi her şeyden önce 
hâkim önüne getirilen kimsenin evvelce suç işleyip işlemediğinin bilinmesine 
bağlıdır, işte bu amacın gerçekleştirilebilmesi için 4664 sayılı Adlî Sicil 
Kanunu çıkarılarak 1944 yılında yürürlüğe girmiş, fakat istenilen sonuca 
ulaşılamamıştır. Artan suç ve suçlu sayısı, Adalet Ba-kanlığı'ndaki personel 
kadrosunun yetersizliği nedeniyle adlî sicil fişleri zamanında tasnif edilip 
bültenlere geçirilememiş ve böylece fiş birikimi olmuştur. Bunun sonucu olarak 
herhangi bir kişi hakkında istenilen bilgi tam olarak verilememektedir. Adlî 
sicildeki birikimin ortadan kaldırılması ve istenilen sonucun alınabilmesi için 
bir an önce çağdaş bir araç olan bilgisayardan yanlanma olanakları 
sağlanmalıdır. 
Bu arada Adalet Bakanlığı'nın, adlî sicil fişlerinin bastırılması 
işlemlerine hız verdiğini ve bu yıl sonunda bütün cürüm fişlerinin baskı 
işleminin bitirilerek bülten haline getirileceğini memnuniyetle öğrenmiş 
bulunmaktayız.
Mahkemelerin, Hâkim ve Savcıların, adliye yardımcı personelinin 
sorunlarının ve adalete ilişkin diğer sorunların bu kısa zamana sığdırılması 
mümkün bulunmamaktadır. Onun için sözlerimi daha fazla uzatmayarak konuşmama 
burada son vermek istiyorum.
Bugün kürsülerine çıkmış olan ve adalet dağıtmak gibi kutsal bir görevi 
yüklenmiş bulunan hâkim ve savcılarımızın Türk Toplumu'na hayırlı ve uğurlu 
hizmetler yapacaklarına, toplumumuza güven ve huzur getireceklerine inanıyoruz.
Büyük özveri ve iyiniyetle çalışan meslektaşlarımı yeni çalışma yılına 
girdiğimiz bugünde sevgi ve saygıyla selâmlar, yeni yılın hayırlı ve başarılı 
olmasını dilerim.
Toplantımıza onur verdiğinizden ve beni sabırla dinlemek zahmetinde 
bulunduğunuzdan dolayı teşekkür eder, saygılar sunarım.
http://www.yargitay.gov.tr/tarihce/tarihce_aak/1981-1982.htm
 
Yargıtay Onursal 1. Başkanı Sayın Mustafa Sabri LİVANELİO?LU'nun 1980-1981 
Adli Yıl Açılış Konuşması
[1][1] MUSTAFA SABRİ 
LİVANELİO?LU, (20.9.1977 -1.7.1983)
1918 yılında Elazığ'da doğmuştur. Adalet Bakanlığı adına yatılı (leylî) 
öğrenci olarak Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, 
17.7.1940 tarihinde Elazığ Stajyer Hâkim Adaylığına atanmıştır.
Yedeksubaylık görevinden sonra, Antalya'da başladığı stajını sürdürürken, 
26.11.1943 günü Ilgın Cumhuriyet Savcı Yardımcılığına atanarak mesleğe başlamış 
ve daha sonra; 1946'da Fethiye Cumhuriyet Savcılığına, 1950'de Silifke 
Cumhuriyet Savcı Yardımcılığına, 1951'de Amasya Vilâyet Savcılığına, 1954'de 
Dalaman Tarım Cezaevi Mümessilliğini de yürütmek (tedvîr etmek) kaydıyla Muğla 
Cumhuriyet Savcılığına, 31.10.1956'da Adalet Müfettişliğine ve 24.12.1958 
gününde de Adalet Başmüfettişliğine atanmıştır.
Cumhuriyet Başsavcılığının yeniden kuruluşu sırasında ve 26.5.1962'de, 
önce Yargıtay Cumhuriyet Savcılığına atanan Mustafa Sabri Livanelioğlu, üç ay 
sonra da Cumhuriyet ikinci Başsavcılığına seçilerek ikinci Bölüm Başkanlığına 
getirilmiştir.
1971 tarihli Anayasa değişikliğinde ise, yasaya eklenen geçici bir madde 
ile Yargıtay Üyeliğine intikâl etmiş ve daha sonra Yargıtay Büyük Genel Kurulu 
tarafından 29.9.1975 tarihinde ikinci Ceza Dairesi Başkanlığına, 20.9.1977'de 
ise Yargıtay Birinci Başkanvekilliğine seçilmiştir.
Gerek Cumhuriyet ikinci Başsavcısı ve gerekse ikinci Ceza Dairesi Başkanı 
iken, ayrı statülerle kurulan Yüksek Savcılar Kurullarında da Üye ve Başkan 
olarak uzun süre görev yapmıştır.
"İzahlı-Mukayeseli Yargıtay Emsal Kararlan" adlı bir kitabı ile adalet 
teşkilâtı ve bazı hukukî konulan içeren makaleleri yayımlanan Mustafa Sabri 
Livanelioğlu, 1.7.1983 günü Yargıtay Birinci Başkanvekilliği görevinden yasal 
yaş sının nedeniyle emekliye ayrılmıştır.
 
SAYIN KONUKLAR, 
DE?ERLİ MESLEKTAŞLARIM.
1980-1981 Adalet Yılını taze bir güç ve yeni umutlarla açıyorum. Bugün 
başlayan yeni Adalet Yılının Ülkemize ve Yüce Ulusumuza hayırlı, uğurlu ve 
başarılı olmasını dilerken toplantımıza onur verdiğiniz için sizlere Yüce 
Yargıtay adına teşekkürlerimi sunarım.
Acı ve tatlı anılarla dolu bir yılı daha geride bıraktık. Türk Milleti 
adına Yargı Yetkisini kullanan Bağımsız Mahkemeler bugün büyük bir coşku ve yurt 
gerçeklerinin bilinci içinde çalışmaya başladılar.
Yurt gerçekleri derken, iyi niyetle alınan tüm önlem ve çabalara karşın 
özellikle ardı arkası kesilmeden sürüp giden şiddet eylemlerine işaret etmek 
istiyorum. Ulusumuzun soyluluğuna, yüceliğine, şanlı tarihine, inanç ve ahlâk 
anlayışına ters düşen ve Milletçe büyük acılara, üzüntülere neden olan eylem ve 
cinayetlerin her gün biraz daha tırmanarak bilinen boyutlara ulaştığı ve giderek 
Ulusal Birliğimizi, Vatanın Bölünmezliğini ve Cumhuriyetimizi tehdit etmeye 
başladığı acı da olsa bir gerçektir.
Ama hemen belirteyim ki; Ulusal Egemenlik ve Bağımsızlık temeli üzerine 
kurulmuş bulunan, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye 
Cumhuriyeti güçlü bir devlettir. Ne yandan gelirse gelsin, hangi boyutta olursa 
olsun her türlü terör ve anarşiyi tümüyle yok etmeye daima muktedirdir. Bu 
bakımdan karamsar değiliz. Yeterki, ülkenin yönetiminde görev alan tüm 
sorumlular ve bütün kuruluşlar öz varlığımıza yönelik iç ve dış kökenli 
tehlikelerin bilinci içinde her türlü yan düşünceyi ve kısır çekişmeleri bir 
yana bırakarak Atatürk milliyetçiliği, Atatürk ilkeleri doğrultusunda 
birleşebilsinler; elbirliğiyle, gönülbirliğiyle önlemler saptayıp vakit 
geçirmeden uygulamaya koyabilsinler. Böylece ve yansız bir yönetim ile Devlet 
güçlerinin ülkemizi tehdit eden terör ve anarşiyi önleyeceğine ve Ulusça 
özlemini çektiğimiz huzur, refah ve güven ortamına ulaşılacağına yürekten 
inanıyoruz. Yüce Ulusumuzun umut ve sabırsızlıkla beklediği hizmet de kuşkusuz 
budur.
Devletin temel güçlerinden biri olan Yargı gücü, çok nedenli ve olumsuz 
etkenlere karşın hukuka bağlılığı, kendisine özgü ağırlığı ve yansızlığı j|e 
ulusunun ve devletinin daima yanında ve hizmetindedir. Yargı organlarını 
oluşturan hâkim ve Cumhuriyet Savcıları yaşamlarına yönelik saldırı ve 
cinayetlere rağmen Adaletin Mülkün Temeli olduğuna inanarak görevlerini 
sürdürmektedirler. Devletin gücünü, hukukun üstünlüğünü ve Anayasal Düzeni 
korumada gösterdikleri duyarlılık ve titizlikden dolayı onları huzurlarınızda 
kutlamayı zevkli bir görev sayarım.
Giden Adalet yılı içinde aramızdan ayrılarak sonsuzluğa göçen ya da kutsal 
yargı görevlerini hak için ulus adına yerine getirmelerinden dolayı canlarına 
kıyılan hâkim, Cumhuriyet Savcısı ve Adalet mensuplarına Ulu Tanrı'dan rahmet ve 
kederli ailelerine dayanma gücü diler, hunharca işlenen insanlık dışı 
cinayetleri nefretle kınarız.
Yine, giden Adalet yılı içinde yasal yaş sınırını doldurarak ya da 
istekleriyle emekliye ayrılmış bulunan, yaşamlarının en değerli, en verimli 
yıllarını Hak ve Adalet yoluna harcıyan, ülkemize ve Adalete unutulmaz ve 
erişilmez hizmetleriyle başarının doruğuna erişen çok değerli meslektaşlarıma 
yeni yaşamlarında da sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
Sayın Konuklar, 
Değerli Meslektaşlarım. 
YARGININ ÖNEMİ
Bilindiği gibi Adalet, toplum yaşamını düzenleyen ve mutluluğun temelini 
oluşturan asil bir duygudur. En ilkelinden en uygarına kadar bütün toplumlar 
tarih boyunca hak ve adalete gereken önemi ve değeri vermiş, onu kutsal bilerek 
güven ve mutluluğunu onda aramıştır. Böylece adalet dağıtımı toplumun en önde 
gelen hizmeti sayılmış ve zaman zaman bu görev devlet başkanları tarafından 
yürütülmüştür.
Şurası bir gerçektir ki; toplum olsun, birey olsun yaşamlarını ve 
işlerini güvence içinde sürdürmek isterler. Bu, onların en doğal hakları-
Kimden gelirse gelsin, hangi türden olursa olsun tüm haksızlıklara karşı 
en büyük güvence isse kuşkusuz bağımsız mahkemelerdir. O halde mahkemelerin 
kesinlikle yansız, güvenilir, her türlü kuşku ve etkilerden uzak ve saygın 
olması, toplumun güven ve huzuru için şarttır. Ancak bu inanç ve güvenle 
yaşamlarını sürdürecek ve haksızlıklar karısında "Türkiye'de hâkim var" 
diyebilmenin güvencesi içinde huzurlu olacaklardır. Bu bakımdan Adalet dağıtımı 
devletin en önde gelen ve vazgeçilemeyen görevleri arasındadır. Ulusumuzca 
içtenlikle benimsenen ve yüzyıllar boyu değerini yitirmeden uygulanagelen 
"Adalet Mülkün Temelidir" ilkesinin anlamı da budur. O halde toplumun huzur ve 
mutluluğu için Yargıya ve onun temsilcileri olan hâkim, Cumhuriyet Savcısı ve 
Adalet mensuplarına en üst düzeyde ilgi göstermek onları maddi ve manevi 
yönlerden tatmin ederek güvenilir ve saygın kişiler haline getirecek önlemleri 
almak, devletin ve hepimizin ortak görevi olmalıdır.
Kuşkusuz tek yanlı çabalarla amaca ulaşılması düşünülemez. Hâkim ve diğer 
Adalet Mensuplarının da maddi ve manevi sorumluluklarının bilinci içinde görev 
yapmaları ve bu yolda alınacak önlem ve çabalara yardımcı olmaları da 
zorunludur. Zira, toplum ve bireyler son merci olan mahkemeye ve onu yöneten 
hâkime inanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar. Böyle olunca hâkimin de özel ve 
resmî, yaşantısını hizmetin özelliğine, saygınlığına ve ciddiyetine yaraşır 
biçimde düzenlemesi gereklidir. Hâkim ciddi, vakur, dürüst, zeki, kavrayışlı ve 
bilgili olmalı, konuşması, giyinmesi ve davranışlarıyla toplumun güven ve 
saygısını kazanmalıdır. Hangi koşullar altında olursa olsun daima yansız 
kalmalı, kendisine gösterilen güven ve saygınlığı hiçbir nedenle yitirmemelidir. 
Bugün Adalet dağıtımında görev alan Hâkim, Cumhuriyet Savcısı ve Adalet 
mensuplarının bu gerçeklerin bilinci içinde ve her türlü olumsuz etkilere karşı 
büyük bir özveri ile görevlerini sürdürdüklerine inanıyor ve bunu huzurlarınızda 
açıkça belirtmekten kıvanç duyuyorum.
İŞ VE KADRO DURUMU
Biraz önce değindiğim şiddet eylemleri ve ekonomik kökenli bunalımlar 
türlü kötülükleri yanında bireyleri olumsuz yönde de etkilemekten geri 
kalmamış, nüfus artışı ve değişen yaşam koşullariyle birlikte toplum düzenini 
4/6 güven duygularını sarsarak bir sürü uyuşmazlık ve sürtüşmelere de neden 
olmuştur. Bu uyuşmazlıkların büyük bir bölümü dava konusu yapılarak Çözüm için 
yargı organlarına yansımış ve esasen çok dar bir kadro ve türlü olanaksızlıklar 
içinde görevlerini sürdürmeye çalışan mahkemelerin işini giden yıllara oranla 
önemli ölçüde artırmıştır. Adlî istatistiklerde yer alan rakam ve bilgilerle 
sizleri bunaltmak istemem. Ancak şu kadarını belirteyim ki hukuk ve ceza olmak 
üzere ülkemizdeki bütün mahkemeler, bir önceki yıldan kalanlarla birlikte her 
yıl yaklaşık üçmilyon davaya bakmak zorundadırlar. Buna karşın Türkiye'deki 
hâkim kadrosunun tamamı 3641'dir. Son yıllarda yetenekli hâkim bulunamadığı ve 
mesleğe karşı rağbet de azaldığı için bu kadrolardan yaklaşık 500 kadarı açık 
kalmaktadır. 345 Hâkime de Yargıtay, Yüksek Hâkimler Kurulu ve Adalet 
Bakanlığı'nda tetkik hâkimliği ve müfettiş hâkimlik görevi verilmiştir. Böylece 
kürsüde çalışan ve yılda üç milyon davaya bakacak olan hâkim adedi 2800 - 3000 
dolayındadır. Bu hesaba ve bazı mahkemelerin 3'er hâkimden oluşmuş bulunmasına 
göre mahkemelere gelen iş her mahkemenin bakabileceğinden kat kat fazladır. 
Halbuki Yüksek Hâkimler Kurulu'nun deneylere dayanarak kabul ettiği ilkelere 
göre bir Ağır Ceza Mahkemesi yılda ortalama 250, Asliye Ceza ve Asliye Hukuk 
Mahkemeleri 500 - 750, Sulh Hukuk ve Sulh Ceza Mahkemeleri ise 1000 -1200 
davaya bakabilirler. Bu durumda, davaların zamanında ve isabetle 
sonuçlandırılmasını beklemek her halde aşırı bir iyimserlik olur. 
Hâkimlerimizin gelen ve biriken işleri kısa sürede sonuçlandırmak amacıyla 
gösterdikleri tüm çabalara ve özverili çalışmalara karşın davalar uzamakta ve 
adalet dağıtımı gecikmektedir. Geciken adalet ise değerinden çok şey yitirir. 
Toplumda huzursuzluklara ve yurttaşın haklı yakınmalarına neden olan bu konunun 
yetkili kurumlarca vakit geçirilmeden ele alınmasını ve davaların 
nitelikleriyle artış oranları, kentlerdeki nüfus yoğunluğu ve ekonomik 
bunalımlar gözönüne alınarak adlî istatistikler üzerinde yapılacak bilimsel 
çalışmalarla yargı organlarının gereksinme duyduğu mahkeme ve hâkim kadrolarının 
tesbit ve teminini ve hâkimlik mesleğinin daha cazip hale gelmesini sağlayacak 
önlemlerin alınmasını zorunlu görmekteyiz.
Yargıtay'ın iş durumuna gelince : Sadece 1979 yılında gelen işlere ait 
bilgiler vermekle yetineceğim. 1979 yılında Yargıtay'a 153.301'i hukuk, 
71.886'sı ceza olmak üzere toplam 221.953 dava dosyası gelmiştir. Bir önceki 
yıldan kalan 18.222 dava ile birlikte 243.409'a ulaşan işten, senesi içinde 
224.789'u sonuçlandırılmış, geri kalan 15.192 dava 1980 yılma aktarılmıştır. 
Yargıtay'a bir ayda 20.000 dolayında dava geldiğine göre yeni yıla kalan 15.192 
dava dosyasının yılın son ayında ve hatta son günlerinde gelen işler olduğunu ve 
bu nedenle Yargıtay'da bir iş birikiminden söz edilemeyeceğini kıvanç duyarak 
açıklamak isterim.
Sunulan bu rakamlar hukuk ve ceza daireleriyle genel kurullarda işin 
üstesinden gelebilmek için Yargıtay Hâkimlerinin ne denli yoğun ve dayanılması 
gerçekten güç bir çalışma içinde bulunduğunu açıkça vurgulamaktadır.
Bazı dairelerde işlerin biriktiği, normal çalışmalarla bu birikimin 
giderilemediği dönemler görülmüş ve bu durum haklı sızlanmalara neden olmuşsa 
da alınan önlemlerle 1979 ve 1980 yıllarında yakınma nedenlerinin büyük ölçüde 
giderilmiş olduğunu söyleyebilirim. Bu iş çokluğu içinde Yargıtay, Içtihadlarını 
Birleştirmek, yasaların ülkenin her yerinde eşit biçimde uygulanmasını 
sağlamak, toplumun gelişen ve değişen gereksinmelerine çare olacak nitelikte 
hukuki içtihatlar yaratmak gibi asıl görev ve işlevini de yerine getirmiştir.
MAHKEME BİNALARI
Yargı yetkisinin kullanılmasında görülen aksamalar ve davaların 
uzamasının tek nedeni kuşkusuz iş çokluğu ve hâkim kadrosunun yetersizliği 
değildir. Yargı organlarının daha birçok sorunları vardır. Bunların önde 
gelenlerinden biri de mahkeme binalarının durumudur. Başkent Ankara da dahil 
olmak üzere çoğu il ve ilçedeki mahkeme binalarının bugünkü durumu gerçekten 
yürekler acısıdır. Çok yerde hâkimlerin çalışma odaları, duruşma salonları ve 
dosyaların korunması için yerleri bile yoktur. Var olanları da yetersiz, 
elverişsiz ve en alt düzeyde de olsa huzurlu ve verimli çalışma olanaklarından 
yoksundur. Halbuki, görülen hizmet devletin başta gelen görevlerinden biri Türk 
Ulusu adına adalet dağıtımıdır. Mahkemelerin kendilerine özgü bir saygınlığı 
eski deyimiyle mehabeti olmalıdır. Bu saygınlık duygusunun oluşmasında kuşkusuz 
hâkimin çalıştığı, tarafları karşısına alıp duruşma yaptığı ve hükmünü 
açıkladığı salon ve binaların önemli katkısı vardır. Ülkemizde ve bütün dünyada 
mahkemelerin çalıştığı binalara Adalet Sarayı denilmesinin nedeni de budur. 
Mahkeme binalarına verilecek önem ve gösterilecek özen ve o yerde çalışan 
hâkimin kişiliğine değil tümüyle Türk Milleti'nin yargıya karşı olan güven 
duygularını sağlamaya yöneliktir.
İşte mahkemelerin en azından hafife alınmasına neden olan bu gerçeğin 
bilinci içinde yetkili kuruluşların konuyu gereken önem ve ciddiyetle ele alıp 
köklü tedbirlere yer verecek biçimde işin plânlamasını ve bütçe olanakları 
ölçüsünde hemen uygulamaya konulmasını yürekten diliyoruz.
KONUT SORUNU
Yeni yapıların artan nüfusun gereksinmelerini karşılamaktan uzak kalması 
nedeniyle konut, ülkemizde genel bir sorun haline gelmiştir. Bir il veya ilçeye 
atanan hâkim ve Cumhuriyet Savcısının gittiği yerde oturabileceği bir ev 
bulabilmek için ne denli zorluklarla karşılaştığını kestirmek zor değildir. Bu 
koşullar altında hâkim çoğu kez ailesiyle birlikte otel odalarına sığınıp 
aylarca beklemekte ve ev bulabilme telaşı içinde ezikliğini duya duya, 
sakıncalarını bile bile istemediği kişilerin aracılığına başvurmaktadır. Bu 
durumun yaratabileceği sakıncaların bilinci içinde 1976 yılından bu yana ve 
yurdumuzun en gelişmiş yörelerine öncelik tanınarak Hâkim, Cumhuriyet Savcısı 
ve Adalet Mensupları için konut yapımına başlanmış olmasını seviçle 
karşılıyoruz. Ne varki bir-kaç yüzmilyarı bulan devlet bütçesinden bu iş için 
ayrılan ödenek amacın gerçekleşmesine hiçbir zaman yeterli olamamıştır. Bu 
bakımdan konunun daha ciddi bir biçimde ele alınmasını ve sembolik olmaktan 
ziyade yeterli sayılacak oranda ödenek sağlanarak sorunun çözümlenmesini umutla 
bekliyoruz.
ADALET PERSONELİNİN SORUNLARI
Bilindiği üzere Adalet hizmeti toplu bir çalışmayı gerektirmektedir. Bu 
çalışmayı yapan, hizmetini bireyin ve toplumun yararına ortaya koyan insan 
gücüdür. Hizmeti yapan kişileri hâkim olsun, savcı olsun kalem personeli olsun 
birbirinden soyutlamak, ayrı düşünmek olanaksızdır, Böyle olunca çalışan 
kişilerin hizmetlerinin değerlendirilmesinde farklı yaklaşımlarda bulunmak son 
derece üzücü ve sakıncalıdır. Yargıya ait görevlerin yerine getirilmesine 
özverili çalışmaları ile önemli ölçüde katkıda bulunan ve kuruluş için 
vazgeçilmez bir unsur olan kalem personelinin ekonomik ve toplumsal 
sorunlarının çözümüne yardımcı olmak hepimizin ortak görevi olmalıdır. Son 
derece duyarlı olduğumuz bu konuya gereken önemin verilmesini ve sorunun 
çalışanlar yararına en ivedi ve gerçekçi biçimde çözümlenmesini yürekten 
diliyoruz. Sayın Konuklar, Değerli Meslektaşlarım.
Hoşgörünüze sığınarak ve yararlı olacağı inancı ile sorunlarımızdan 
bazılarını dile getirmeye çalıştım. Açıklamalarım kesinlikle bir yakınma değil, 
birer dilek ve uyarma niteliğindedir. Amacımız iyinin daha iyi olması ve yargı 
organlarının Yüce Ulusumuza lâyık düzeye ulaşmasıdır. Bundan önceki yıllarda 
Yargıtay Başkanları tarafından gözler önüne serilen sorunlardan bazıları yetkili 
makamlarca dikkate alınmış ve olanaklar ölçüsünde çözüme kavuşturulmuştur. 
Bugüne dek sorunlarımızı ilgi ve duyarlılıkla karşılayıp çözüme ulaşmasını 
sağlayan yasama meclisleri ve yürütme organlarına şükranlarımı sunarken, bu ilgi 
ve duyarlılığın bundan böyle de sürmesini yargı adına içtenlikle diler, hepinize 
sonsuz saygılar sunarım.
 
	
[2][1] 20.9.1977 - 1.7.1983 
tarihleri arasında Yargıtay Birinci Başkanvekilliği görevinde bulunan Mustafa 
Sabri LİVANELİO?LU; Yargıtay Birinci Başkam Cevdet MENTEŞ'in, 13.7.1980 günü 
yasal yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılması üzerine, bu konuşmayı Birinci 
Başkanvekili olarak yapmıştır
http://www.yargitay.gov.tr/tarihce/tarihce_aak/1980-1981.htm
 
 
imar hukukcusu
 
Copyright © Imar Hukukcusu Tüm hakları saklıdır.
Yayınlanma:: 2007-06-08 (1398 okuma)
[ Geri Dön ]
		  | 
	
	
		  | 
		  | 
		  |