ANAYASA 
MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’İN 34. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
TÖRENİ AÇIŞ 
KONUŞMASI
Anayasa 
yargısının yorumuyla hukuksal boyutları belirlenerek yenilenip güncelleşmesi 
nedeniyle, “anayasal demokrasi” diye tanımlanan çağdaş ortamın, gönendiren 
aydınlık ve mutluluğunu, Büyük Ulusumuza sürekli tattırmak için çalışmalarını 
özenle sürdüren Mahkememizin 34. kuruluş yıldönümü, katılımınızla kutlamanın 
kıvancını duyuyoruz. Bize güç ve onur verenlere teşekkür ediyorum. 
Sonsuza akan 
yılların arkada bıraktığı değerlerin başında, kurumlaşan ilkeler gelir. Ulusal 
egemenliği kendi özgün işlev alanında kullanmaya yetkili yargı kuruluşları, 
devletin temeli sayılan adaleti, en doyurucu düzeyde sunmak çabasıyla ulusal 
dayanışmanın kaynağı olan toplumsal barışı sağlamakta, böylece ulusal yaşamı 
hukukla dokuyarak bizi yarınlara taşıyacak ilkeleri kurumlaştırmaktadır. Düşünce 
ve inanç bağlamında, anlayıştan davranışa, hak ve özgürlüklerin güvencelerini 
güçlendirerek yürütülen çalışmaların ürünleri, en sağlıklı, en geçerli 
kazanımlardır. Varlık nedenlerimizin simgesi, ulusal orunumuzun kaynağı Türkiye 
Cumhuriyeti’nin görkemli yapısı, hukukun erdemiyle yükselmektedir. Anayasa 
yargısı, anayasal demokratik düzeni, insan haklarına dayanan tüm çağdaş 
nitelikleriyle gerçek bir hukuk devleti kılmak göreviyle demokrasinin en 
içtenlikli, en yürekli koruyucusudur. Siyasal erkleri, “ret” kararlarıyla 
duraksamadan, “iptal” kararlarıyla sakıncadan alıkoyarak buhran ve bunalımları, 
kavga ve kargaşayı önleyip gidermesi, demokrasiye en yararlı katkıdır. 
Bu soylu 
uğraşlarına, birbirine doğrulayan kararlarıyla kanıtlanan yansızlığına, 
uluslararası hukuk çevrelerinin olumlu kanılarına karşın, yüzeysel yaklaşımlar, 
amaçlı kalkışmalarla haksız eleştiriler yöneltilmekte; sorumluların ilgileri ise 
gerekenin çok uzağında kalmaktadır. Yeterli bilgiden yoksun olmak bir yana, ülke 
için yararı göz ardı edilip kişisel değerlendirmelerle açık-gizli duygusallık ve 
karşıtlık sürdürülmektedir. Kışkırtma ve özendirme sayılacak tutumlarla, 
özellikle siyasal nedenli kimi ödünlerle neden olunan karşıtlıkların biçim ve 
yöntemi, herkesi düşündürmelidir. Başta, yargı ve kolluk güçleri olmak üzere 
devletin tüm organlarına olmadık nedenlerle yöneltilen saldırıların yoğunlaşması 
üzücüdür. Ödünlerin, yeni ödünler gerektireceği unutulur ve umursamazlık 
büyürse, acısı herkesi yakar.
Sayın 
Cumhurbaşkanı’nın yargı kararlarının bağlayıcılığı ve yargı kuruluşlarının 
saygınlığını korumak amacıyla gösterdiği, son iki üye atamasıyla da vurguladığı 
duyarlığın, ilgililerce örnek alınacağını umuyorum. Kurumsal sorunların 
çözümünde, yıllardır tanık olmak istediğimiz anlayış ve destek, gerçekte hukukun 
üstünlüğü ilkesine bağlılığın, adalete inancın ve saygının belirtisidir. 
Anayasa 
Mahkemesi kendiliğinden, doğrudan değil, Anayasada sayılan organ, kurum ve 
kişilerin başvurmasıyla davalara bakmaktadır. Siyasal Partilerin ve 
Milletvekillerinin başvurusu unutulup, davaya bakma görevi ve onun olağan sonucu 
olarak, TBMM nin varlığını ve konumunu doğrulayan, yetkilerini koruyan kararlar 
ne yazık ki eleştirilmektedir. Muhalefette iken dava açanlar, iktidara 
geldiklerinde aynı konuda dava açıldığında kızmakta: iktidarda iken kızanlar, 
muhalefete geçince aynı konuda dava açmaktan kaçınmamaktadırlar. Hak arama 
özgürlüğünü anlamlı kılma ve hukukumuzu anayasaya aykırı kurallardan arındırma 
çabası, övülüp kutlanacak yerde kınanmakta, davaya bakmak zorunda olan Mahkeme 
haksız yere suçlanmaktadır. Bu tutum, yanlışlık ve yanılgıdan ötede sakıncalı 
bir yöneliştir. Geçen yılkı konuşmamda nedenlerini ve yararlarını anlattığım 
“yürürlüğü durdurma” kararını kavramayanlar yanında Mahkemeye katlanamayanlar, 
hukukun ve demokrasinin dışına düşenlerdir. Mahkeme, engelleme ve geciktirme 
yeri değildir. Dava açanlar değil, Anayasa’ya aykırı olduğu bilinen kuralları 
uzlaşma ya da anlaşmayla yaşamda tutmayı içlerine sindirenler eleştirilmelidir. 
Hiçbir kazanım, hukuksal uygunluktan daha önemli olamaz. 
Anayasa 
Mahkemesi’nin Anayasa’ya göre karar verdiği unutulmamalıdır. Kimi kuralların 
denetim sonucunda Anayasa’ya aykırılıklarının giderilmesine karşın, kimi 
kaynaklara ve hukuka aykırı görülmesinin nedeni, denetimin uluslararası 
kaynaklara ve hukuka göre değil, Anayasa’ya göre yapılması zorunluluğundandır. 
Anayasada gerekli açıklık olmadıkça, anayasal denetimin uluslararası metinlere 
göre yapılması olanaksızdır. Bu durum, evrensel ilkeleri ve hukukun üstün 
kurallarını gözetmeyi engellememekle birlikte, denetimde, doğrudan dayanmaya 
elvermemektedir. Öbür mahkemelerin uluslararası belgelere dayanarak karar verme 
yolu açıktır. Aykırılıklar, Anayasa’nın olanak verdiği ölçüde giderilmektedir. 
Bu, genelde hukuka değil, özelde Anayasa’ya aykırılığın giderilmesidir. Anayasa, 
hukuka daha uygun duruma getirilince, hukuka aykırılıklar daha azalacaktır. 
Anayasa Mahkemesi, kapalı kuralları çağdaş yorumlarla açarak güncelleştirmekte, 
açık kuralları aşamamaktadır. Anayasa ve yasa yapmak yetkisi yasama 
organınındır. Anayasa Mahkemesi, kendini bu organ yerine koyma izlenimi verecek 
tutumlardan kaçınmaktadır. Yasama Organı’nın üstünde, altında ya da karşısında 
değil, yan yana olduğumuzu sık sık açıklamama karşın, demokrasiyi 
özümseyemeyenler, tersine yorumla, eleştirilerini yinelemektedirler. Yargı 
denetimi, demokrasinin damıtılması, gerçek ve geçerli kılınmasıdır. Bir ulusal 
yaşam andı olan Anayasa’nın aşılmaması, ona saygının sağlanması ve 
vurgulanmasıdır. Anayasa Mahkemesi, yerindelik denetimi yapmamakta, bir ekonomik 
oluşuma karşı çıkmamaktadır. Özelleştirme konusunda da kişisel değerlendirmeler 
değil, Anayasal gerekler gözetilmiş, ancak Anayasa’ya uygun kurallarla 
yapılabileceği sonucuna varılmıştır. Mahkeme’nin kuruluş nedenini bilmezlikten 
gelip sözde eleştiriye kalkışmanın anlamsızlığı açıktır. Siyasal eğilimlerine 
kapılan ve hukuk dışı amaçları engellenen kimilerinin, Anayasa’nın olanak verip 
vermediğini, anayasa hukukunun incelikleriyle koşullarını, hukukun gereklerini 
bilmeden; Anayasa Mahkemesi’nin çağdaş yorumlarla Anayasa’yı bir tür yeniden 
yazarcasına güncelleştiren, hukukun üstün ilkelerine bağlılıkla Ulusal yapımızı 
ileriye taşıyan birçok kararını göz ardı ederek, sözde eleştirisi zararlı bir 
eylemdir.
Anayasa’ya 
aykırı kuralları ayıklamada yurttaşlara, avukat, savcı ve yargıçlara, 
mahkemelere de büyük görev düşmektedir. Yasa kuralı, anayasal gerekler ve 
Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yolu dururken, bunları dışlayıp kendi anlayışına 
göre karar verme önerilerinin hukuk dışılığı açıktır. İlgililer, yer aldıkları 
davalarda uygulanacak kurallardan Anayasa’ya aykırı buldukları için itiraz 
yolunun izlenmesini istemelidirler, Anayasal görev savsaklanarak yasayı 
uygulamaktan kaçınmakla; hukuku yeğlemek değil, çiğnemekle; medyanın anketle 
uygunluk saptaması sakıncası doğrulanmış olur. Daha güçlü ve daha kapsamlı bir 
demokrasi için yapılması gerekenlere elbirliğiyle sarılmalı, özellikle siyasal 
hesaplarla bencilliğe düşmekten kaçınılmalıdır. Seçim yasalarına öncelik 
verilerek gerçekleştirilecek çalışmalar içte ve dışta saygınlığımızı ve 
Ulusumuzun esenliğini artıracaktır. 
“Anayasa 
Mahkemesi” adının veriliş nedeninin kavramadan, “Yüce Divan”ın işlevini 
bilmeden, kimilerinin sözcülüğünü yaparcasına bu konudan hukukçulara yakışmayan 
biçimlerde sürdürülen tartışmalar gereksiz, siyasal polemikler zararlıdır. 
Hukuk 
kuruluşlarının ve hukukçuların bilgisi dışındaki hukuku yeniden yapılandırma, 
beklenenleri veremez. Temel kurumlar, ilkeler ve değerlerle oynamak, onarılması 
olanaksız sakıncalar getirir. Hükümet oluşumları, hangi düzeyde olursa olsun 
memurlar, siyasal yandaşlığa zorlanıcı atamalara bağlı tutulmamalıdır. 
Atamalardan yasal düzenlemelere değin hukuka aykırı tüm işlemler, devlete kurşun 
sıkma niteliğinde algılanmazsa yakınmalar ve siyasal bozulmalar sona ermez. 
Gereğinden fazla okul, yüksekokul ve fakülte açarak eğitimde yozlaşmaya neden 
olunmamalıdır. Niteliksiz eğitim, eğitimsizlikten de zararlıdır. Yurtdışında, 
devlete ve kurucusuna karşı eylem ve olaylara katılan öğrenciler sorunuyla 
gereken biçimde ilgilenilmesi her yönden önemlidir. 8 yıllık ilköğretim, 
bilimsel ve çağdaş amacından saptırılmadan gerçekleştirilirse Öğrenim Birliği 
Yasası’na ve laikliğe aykırı oluşumlar sona erebilir. Ulusal benliğimizin 
simgelerinden dilimiz konusunda herkesin özen göstermesi mutluluk verir. Çevre, 
turizm, trafik, kültür, sanat, spor ve özellikle çocuklar konusundaki toplumsal 
duyarlık, geleceğimizin güvencesidir. Yaşamdan vazgeçebiliriz, Türkiye’mizden 
asla.
İnsan 
haklarının ve demokrasinin yanlış algılanıp uygulanmasının getirdiği sakıncalar 
giderilmelidir. Temel insan haklarıyla ikincil haklar ayrı tutularak etkin 
yaptırımlar getirilmeli, demokrasinin kuralsızlık değil haklar ve yetkilerle, 
ödevler ve sorumlulukların dengelendiği hukuksal bir düzen olduğu 
unutulmamalıdır. Bir güvenceler sistemi olan demokrasinin, hak ve özgürlükleri 
kötüye kullanarak yıkılmak istenmesi, demokratik anlayışla bağdaşmadığı gibi 
suskunluk, asla demokratik hoşgörü sayılamaz. Medyanın bir kesiminin hukuk 
tanımaz tutumunu izlemekle yetinmek, aymazlıktan ötede, görevi kötüye 
kullanmaktır. Sorumluları dışlayıp devlet kurumunu suçlamanın, hukuksal, 
yöntemine uygun eleştiri, terbiye kuralları ve ulusal çıkarlar göz ardı edilerek 
yapılan haksız eleştirilerin, beceri, ustalık, ilericilik ve demokratlık 
sanılması gülünçtür. Bu bağlamda, terörle dayatılan etnik ve dinci ayrımcılık ve 
bölücülükle yeni ve ayrı devlet kurma oyunlarının; herkesi kapsayacak demokratik 
açılımlar yerine, çoğunluktan azınlıklar yaratacak, hiç değilse ayrıcalıklı 
topluluk ve bireyler getirmesi kaçınılmaz siyasal çözümlerle duracağını sanmanın 
yeni sorunlara neden alabileceğini söylemeyi yurttaşlık görevi sayıyorum. Dış 
destekli Kürt ve din devleti kurma girişimlerinin, tüm ulusu rahatlatacak 
ekonomik yandaşları azaltılabilir. Ulusal birliğin öğelerinden biri olan kültür 
birliği, ırkçı kalkışmalarla bozulur. Demokrasilerde tabular yoktur ama kimi 
ulusal ilke ve değerleri, kimi temel kurum ve kavramları gereksiz tartışmaya 
açmak, yukarıda da değindiğim gibi, ödünlere ve beklenmedik sonuçlara yol 
açabilir. Hakları ve özgürlükleri değerli ve anlamlı kılan, onları koruyup 
güçlendirerek yaşamak istenci, onlara böylece layık olduğumuz bilincidir. Kimi 
süslü söylemler, sözde bilimsel aktarmalarla ve kimi gösterilerle gerçekler 
yadsınamaz ve kimse sürekli aldatılamaz. Teröre başvuranlar haklı da Türkiye 
Cumhuriyeti haksız gibi “adımlar”dan ve “atılımlar”dan söz edilmesi ilginçtir. 
Terör örgütünün eylemlerine son vermemesi bir yana, eylemlerini azaltmış ya da 
yumuşatmış gibi, amaçlarından vazgeçmiş ya da bunları basit istemler için 
yapıyormuş gibi algılama, katlanılan giderlerin, uğranılan zararların, çekilen 
acıların sorumluluğunu, ödün verenlerin ve “şahinler” polemiği yapanların 
sırtına yükler. Devletin tek’liğini, ülkenin tüm’lüğünü ve ulusun bir’liğini 
bozacak öneri ve öngörüler, şiddete ve teröre başvuran herkese aynı ikramı 
gerektiren bir yanlış anlayışı gündeme getirir, kötü örnek olur ve sonu 
alınamaz. Hiçbir yurttaşın öbüründen ayrılığı yok ki, eşitlemeye çalışılsın. 
Adaletsizlik, siyasal kimlik, hak ve özgürlüklerde değil, gelir dağılımında 
eğitimden ekonomiye, kimi uygulamalarda, etnik ve dinsel ayrımına gidilmeden her 
yurttaşın karşılaşabildiği aykırılıklardadır. Etnik ve dinsel, yapay sorunlar 
çıkarın, sürdüren ve destekleyenler ülkeye ençok zarar verenlerdir. Yoksa 
Türkiye’miz şimdi daha ilerilerde olurdu. Sevr’i, işgali, Ulusal Kurtuluş 
Savaşı’nı, Cumhuriyetin kuruluşunu, devrimleri, güçlükleri, yoksunlukları ve 
İkinci Dünya Savaşı yıllarını unutup kurtuluş ve kuruluş sürecini, düşmanlarla 
birlikte, diktatörlükle suçlayıp eritme ve inanç zorlaması yalanını üretip 
yayanlar karşısında devlet ilgisiz kalamaz.
Vatanı 
olmayanın dini, aklı olmayanın Allah’ı olmayacağı gibi devleti olmayanın da 
varlığı tartışılır. Hukuku, Anayasa’yı , yargıyı ve adaleti yadsıyarak yaşamak 
ilkelliktir, böyle bir yaşam sürdürmek de olanaksızdır. Tartışmasız eşitlikle 
çoğunlukta olanları, ülkenin başka sorunu yokmuş gibi yapay sorunlarla azınlık 
konumuna sokmak çabaları dış kaynaklı isteklere bahaneler kazandırır. Dış 
sorunların ağırlığı içteki barışçı, uygar ilişkilerimize, “ulusal çıkar” 
kavramına ağırlık verilmesini gerektirmektedir. Devletçiliği değil devleti ve 
hukuku savunmayı gericilik ve tutuculuk; kuralsızlık, bölücülük ve yıkıcılığı, 
ilericilik ve demokratlık saymak tutarsızlığı, medyatik bir özentiden, hiçbir 
ölçü tanımayan saldırganlık durumuna gelmiştir.
Engin bir 
yurt sevgisi ve örnek bir hukuk devleti saygısıyla üzerine titrediğimiz 
sorunlar, ortak çabalarımızla aşılacaktır. Karşıtlıkla değil, uyumla 
yürüyebiliriz. Anayasa Mahkemesi, hukuksal ölçütlerin ocağıdır. Hukuku 
siyasallaştırmak yerine, siyaseti hukuksallaştırmak, ulusal yaşamı aydınlatır. 
159. madde ile geçici 15. maddeyi dışarıda bırakan Anayasa değişikliğinde, 
kendisiyle ilgili konularda bile kurumsal görüşü alınmayınca sorunlar öylece 
bırakıldığı gibi kimi yanlışlıklar da getirilmiştir. İptal sonucu doğan hukuksal 
boşluğun giderilmesi için verilen sürede yeni düzenlemelerin çıkarılmaması iptal 
gerekçelerinin gözetilmemesi ve beklenmemesi, iptal edilen kimi kuralların 
direnme niteliğinde yeniden ya da yeni aykırılıklarla yürürlüğe konulması, 
başörtüsü ve PTT vericilerinde olduğu gibi karar uymayan kurum ve yetkililere 
hoşgörüyle davranılması, KHK’lerin zamanında görüşülmemesi, İçtüzüğün ve 
Sayıştay Yasası değişikliğinin çıkarılmaması, giderilmesini dilediğimiz 
olumsuzluklardan kimileridir. Yürürlükteki yasalar, özellikle devrim yasalarına 
aykırı durumlar, kimi kentlerde ve yörelerde gösteri nedenidir. Eski yasaları 
yürürlükten kaldırıp, aykırılıklardan arındırma işi hızla yapılabilir. Gereksiz 
önerge, teklif soru ve konuşmalara verilen zaman, daha yararlı kullanabilir. 
Devlet, gösteri yeri değil, hizmet yeridir. Yargı organları yoksunluk içindeyken 
kimi kurum ve görevlilerin saltanat sayılacak tantanaları çelişkidir. Tutumlu 
çalışmak ve yaşamak bir çok gereksinimi gündemden çıkarır. 
Bireysel 
değerlere dayanan demokrasi, kurumsal bir olgudur. Değişik çıkarlara, kişilere 
ve çevrelere bağımlılıkla sürdürülmesi olanaksız iklimini ve ortamını 
koşullanmaktan, önyargıdan uzak bir gerçekçilikle renkli tutmak zorundayız. 
Zıtlaşma ve inatlaşma herkesi yıpratır. Yargı da bilim gibi, özgür ve bağımsız 
karakterini tam olarak taşımalıdır. Demokrasi alanında kaygı verici yıkım, 
yargıyla başlar. Toplumsal algılamaların en duyarlı olduğu alan da yargıdır. 
Açmazların içine düşülmemeli, devleti devlet yapan özelliği içtenlikle 
gözetilmelidir. Ekonomik sistemin dayatmasıyla yaşanacak çalkantılar ve olası 
bozukluklar, yargıya yansımamalıdır. Ekonomik özlemlerle hukuksal ölçüler 
karışarak değil, hukukta birleşilerek kurumlaşmalar ve oluşumlar 
gerçekleşmelidir. Bilimsel doğmalarla toplumsal gereksinimler, ulusal düzeyde 
buluşmalıdır. Çatışmalar, hukukun katkısıyla barışa dönüşmelidir. 
Gerçekleri 
değil, işine geleni yansıtan bir basın özgürlüğü anlayışına, cumhuriyet 
savcılarıyla yargıçların yetkilerini bilmek bir yana, öğrenmek istemeyen 
tembelliğe; “yargıya tartışmak” savıyla, kesinleşmeyen kararı, yasal yollar 
açıkken bilimdışı, terbiye dışı eleştirilerle sergilenen üsluba katılmak 
olanaksızdır. Yargıya saygı, kendine, ulusa, devlete saygıdır, hukuka saygıdır. 
Her zaman gereksinim duyulacak adalete saygıya çağırmak, insanlıkta birleşmeye 
çağırmaktır. Demokrasiyi sarsacak düzeye gelen kalkışmalar, yargıya ve kolluk 
güçlerine uzanmıştır. Kurumlarla kişileri ayırmadan yöneltilen haksız eleştiri, 
kurumlara güveni yitirtir ve sonuçtan herkes yakınır. Bilmeliyiz ki yıkılacak 
duvar değil, devlettir; yanan orman değil, memlekettir. Hukuka ve adalete 
bağlılık ve saygı, bu konulara gösterilen ilgi, bu değerlere verilen önemle 
açıklanır. Hukuku ve adaleti unutanlar, yarattıkları ortam ve neden oldukları 
durumlar sonucu, hukuka ve adalete en çok muhtaç olurlar.
Anayasa’da ve 
Anayasa Mahkemesi Kuruluş Yasası’nda gerekli değişiklikler yapılarak anayasa 
yargısının özgün işlevine ve gerçek konumuna aykırı düzenlemeler kaldırılmalı 
uygun gerekler sağlanmalıdır. Siyasal partilerin akçalı denetimi, yasama ve 
yürütme erkleri dışında, bağımsız birimle gerçekleştirilmeli, ancak yaptırım 
belirlemesi Anayasa Mahkemesi’nde kalmalıdır. Yine, Anayasa ve Siyasi Partiler 
Yasası değiştirilerek, siyasal partilerin kapatılması önemli nedenlerle 
sınırlanmalı, kimi bürokratik işlem eksikliği ve gecikmeler, kimi süre 
tanımalardan ve Hazine yardımı yoksunluğuyla seçimlere sokulmamaya değin 
düşünülecek gelişen yaptırımlarla karşılanmalı, direnme, kapatmayla 
sonuçlanmalıdır. Devletimizi kötü tanıtacak kimi durumlardan kurtulmak için 
gerekli Anayasa ve yasa değişikliklerini gerçekleştirmekte birleşmek, 
yüceliktir. Yoksulluğu artırıp ücretleri düşüren ekonomik çelişkiyi giderecek, 
çalışanların yaşam yükünü azaltacak, yakınmaları dindirecek, kayırmaları ve 
ayrıcalıkları önleyecek ciddi önlemler alınmalıdır.
Hak ararken 
haksızlık yapılması ve zarar verilmesi, haklılığı tartışılır kılar, hem haksız 
duruma düşürür, hem hak arama özgürlüğünü yozlaştırır. Bu nedenle hak 
özgürlükleri savunup korumaya özen gösterme çağrımı yineliyorum. Her erk, kurum 
ve organ, konumuna uygun davranmalı, işlevi dışına çıkmamalı, görev ve yetkisini 
aşmamalıdır. Devlet adına davrananların, devleti güç duruma düşürmekten 
kaçınmamaları, devlet düşmanlarını sevindirir. Hukuk devleti. geride bıraktığı 
evrelere dönme görünümünden çıkmalıdır. Yargı dışında hak aramak, kaba güç 
kullanmak; yargıyı tartışılır ve kuşkulu duruma düşürmek; yargıya etki yollarını 
aramak, baskıya kalkışmak; yargıdan kaçınmak ve yargıya gitmesi gereken 
durumları yargıdan kaçırmak; devletin hukuksal niteliğiyle bağdaşmayan işlem, 
eylem ve kimi uygulamalara girmek, tehlikeli belirtilerdir. En saygın ve en 
sağlıklı güven kapısı olan adaletten umut kesilmesi, yıkılıştır. Güçlüklere ve 
yoksunluklara karşın özveriyle çalışan adalet görevlilerinin büyük sorumluluğu 
açıktır. Yansız, hızlı, yürekli çalışmalar ve her yönden örnek tutumla 
ulusumuzun özlemlerini karşılayarak toplumsal barışı sağlamanın onuru hiçbir 
şeye değişilmez.
Cezaevleri 
sorununun çözümlenmesi, yalnız güvenlik değil, toplumsal barış yönünden de 
önemli yararlar getirecektir. Adaleti etkisiz kılan, caydırıcı olmaktan çıkıp 
suça özendiren, yargıya söz getiren ceza uygulama yöntemleri değiştirilmelidir. 
Adalet, yargı, savunma, sağlık ve eğitim sorunlarını ekonomik önlemler koşuluna 
bağlamak engellemekle birdir. Avrupa Birliği öncesinde, her alanda uzman 
yetiştirmek zorunluluğunu gözeterek uyum dönemini sıkıntısız geçirmenin 
gerekleri de bu kapsamdadır. “Yurrta barış, dünyada barış” özdeyişini içtenlikle 
izleyen Türkiye Cumhuriyeti, kimsenin toprağında gözü olmamasına, kimsenin 
içişlerine karışmamasına, tersine, barışı sağlayıp soykırımı önlemesine, 
cuntaların gitmesini sağlamasına karşın dostlarımızdan layık olduğu ilgiyi ve 
desteği görmemektedir.
Ulusal 
birliğimiz, dış destekli, etnik ve dinci bir saldırıyla karşı karşıyadır. Sorun, 
salt siyasal olmadığı gibi, varlık ve yaşam nedenimiz olan ilke ve kurumlar da 
salt siyasal değerler değildir, ayrıca siyasetin egemenliğinde ve tekelinde 
değildir. Her yurttaşı ve kurumu ilgilendirecek ciddiyet ve önemdedir. 
Vatanımızı ve ulusumuzu kurtaran, devletimizi kuran, aydınlık yarınlarımızı 
sağlayan, ulusal değerlerimizin özeti olan Atatürk, Türk Ulusu’yla özdeşleşerek 
kurumlaşmış bir ilkeler kaynağı ve anıtıdır. Onuru ve erdemi, uygar ve bilimsel 
düzeyi, temeli kültür olan Cumhuriyetimizi simgeleyen Atatürk’ü istemeyenler: 
O’na açıkça saldırmaktan bugün için korkup çekinenler; Atatürkçülüğe, başta 
laiklik, ilkelerine, eserlerine ve bekçilerine saldırmaktadırlar. Çağdışı, us 
dışı, ahlak dışı, insanlık dışı tutumlar, gerçek dışı sözlü ve yazılı anlatımlar 
ibretle izlenmektedir. Atatürk milliyetçiliğini anlamadan çelişkili Türkçülük; 
lâikliği yanlış ve amaçlı yorumlayıp dine zarar vererek, dindarlık savıyla 
toplumu karıştıranların zararları büyüktür. Barış içinde geçen 73 yılı, bunlarla 
birlikte “Zulüm dönemi” olarak niteleyenler, kendilerini inkâr etmektedirler. 
Vatan ve ulus bilincinden yoksun sömürücülerle Arap milliyetçiliği yapanlar, 
bireylerimizin inancından ellerini ve dillerini çeksinler. İnsanlık, us ve 
vicdan dışlanarak dindarlık yapılamaz. Kimse kimsenin inancına karışamaz, bu 
nedenle kamu düzenini bozamaz. Aynı dinden olanlara karşı düşmanlık kalkmalı ki 
ayrı dinden olanların dostluğu sağlanabilsin. Dinsel sömürü, dinsizlik ve din 
düşmanlığıdır. Lâiklik ise asla din düşmanlığı olmayıp, tersine, dinlerin olduğu 
yerde, onların güvencesi bir kurumdur. Lâikliği dinsizlik olarak algılayıp 
tanıtanlar, lâiklik karşıtlarıdır. Böylece din karşıtlığı yaptıklarının da 
ayırdında değillerdir. Atatürk ve ilkeleri, gereken önem ve içtenlikle 
benimsenip savunulsa, bu karşıtlıklarla birlikte aykırılıklar ve sorunlar da 
azalır. Medyanın bir kesiminde dindarlık adına sergilenen, demokrasiyle 
bağdaşması olanaksız, ürkütücü görüntüler, yalnız aldatma, üfürük ve muskanın 
kanıtı değil, dinsel terörün de genişleme belirtisidir. Olaylar, lâiklik 
konusunda söz ve yazıyla açıkladığım duyarlığı doğrulamaktadır. Eğitimden 
aileye, toplumu aydınlatıp çağdaşlaştıracak lâiklik olgusuna aykırı, oy nedenli 
düzenleme ve uygulamanın yarınlarda çok üzücü olacağı göz ardı edilmemelidir. 
Karanlık herkesi etkileyecektir. Cumhuriyetin olanaklarıyla ve özellikle lâik 
ortamda, Müslümanlığın en iyi yaşandığı ülkede, din yüzünden kavga çıkarmak 
sessiz kalınacak bir durum değildir. 
Yürürlükteki 
kurallara ve yargı kararlarına karşın, devlet kurumlarındaki giysileri düzene 
sokmaktan kaçınmak; çalışma saatlerini ve yöntemlerini dinsel gereklere 
uyarlamak; aynı doğrultuda nice öneri, teklif ve sorularla girişimleri 
yüreklendirecektir. Uyarılara, anımsatmalara karşın verilen ödünlerin, yarın 
daha büyük sorunlar getireceği, 1919’larla başlayan ve gizli-açık direnişlerle 
süren olaylardan anlaşılmaktadır. İnancın bekçisi, insanın yüreği ve beynidir. 
Kimse, Tanrı yerine geçip inanca egemen olamaz, tertemiz duyguları ticaret ve 
siyaset aracı yapamaz. Türkiye Cumhuriyeti, laiklikle her zaman övünecektir. 
Etnik ve dinsel ayrım gözeten bölücü ve yıkıcıların terör birlikteliği, her 
yurtseveri uyarmalıdır. İnsanlığın, eşitliğin, bağımsızlığın, egemenliğin ve 
demokrasinin kaynağı; hukuksal, siyasal ve ulusal birliğin dayanağı; başta din 
ve vicdan özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi olan laiklik, 
aydınlanmanın uygarlık ve çağdaşlığın bayrağıdır. Korudukça yararlanacak, 
yararlandıkça güçleneceğiz. Cumhuriyetimizin niteliği, ulusumuzun çağdaş 
yapısını sağlamıştır. Egemenliğin bağsız-koşulsuz ulus’ta olması da laikliğin 
tarihsel ve anayasal tanımıdır. Sahip çıkmamızın gereği de bundadır. Din ve 
vicdan özgürlüğü laiklikle güvenceye bağlanmışken, dinsel görevlerde bir engel 
ve sınırlama yokken ikide bir “din ve vicdan özgürlüğünün genişletileceği”nden 
söz etmek te bir ödündür. Devlet, laikliğe her şeyden ve herkesten önce sahip 
çıkmalıdır. Devlet’te görev alanlar, öncelikle savunmalıdır. Sivil ve asker bu 
konuda duyarlı davranan herkesi kutluyorum. Vatan kurtarıcısı, Cumhuriyetin 
kurucusu, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişinin sahibini, adını koyarak açtığı 
TBMM’nin kuruluş yıldönümünde düzenlenen özel gündemli toplantıda bile anmaktan 
kaçınan; O’na ve ilkelerine karşıtlığını açıklamaktan çekinmeyen; hukuktan, 
yargıdan anayasa yargısından habersiz, bir kişi de olsa yasama organı üyesinin 
bulunması çok acıdır. Terörün, sömürünün ve ödünün her türünü kınıyor, 
şehitlerimizi saygıyla anıyor, Büyük Ulusumuza başsağlığı diliyorum.
Hepinize 
teşekkürlerimi yineliyor, gelecek yıldönümlerini daha görkemli ve daha coşkulu 
kutlamak umuduyla tüm insanlık, özellikle ülkemiz ve ulusumuz için en iyi 
dileklerle saygı sunuyorum.
http://www.anayasa.gov.tr/ydonum/k34.htm
ANAYASA 
MAHKEMESİ BAŞKANI YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN’İN 35. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
TÖRENİ AÇIŞ 
KONUŞMASI
Sayın 
Cumhurbaşkanı,
Anayasaları 
yorumlayıp güncelleştirerek belirlediği hukuksal çerçevede demokrasinin 
özümsenmesini sağlaması nedeniyle “anayasa demokrasi”ye adını veren anayasa 
yargısı, nitelikleri Anayasalarda belirtilen çağdaş hukuk devletinin en sağlıklı 
güvencesidir. Ülkemizde insan haklarının, özgürlüklerin bu bağlamda 
koruyuculuğunu yaparak Anayasa’nın üstünlük ve önceliğini gerçekleştirmekle 
yükümlü Mahkememizin 35. Kuruluş Yıldönümü Törenine katılarak onurlandırdığınız 
için size ve başta dost ülkelerin yargı temsilcileri olmak üzere tüm 
konuklarımıza, güç veren ilgileriniz nedeniyle teşekkür ederek “Hoş geldiniz!” 
diyorum. Ortak değerleri birlikte korumanın, kıvancı ve gönenci paylaşmanın 
mutluluğu, en gerçek esenliktir. Evrensel ve ulusal ilkeleri kaynaştırarak 
sorunlarımızı çözmek çabası, insanlığa en yararlı hizmettir. Böylece barışın 
kaynağı olan hukukla, dünyamızın aydınlığı her yönden artacak, savaş, açlık, 
salgınlar ve doğal yıkımlar, insanlıkla bağdaşmayan aykırılıklar, çelişkiler ve 
kötülükler önlenip giderilecektir. Yinelemekte yarar görüyorum, insan hakları 
adaletin, adalette dünyanın temelidir.
Demokrasiyi 
kâğıt üzerinde ve sözde kalmaktan, demokratik yapıyı özlem ve düş olmaktan 
çıkarıp yaşam gerçeği kılmak uğraşı, başlıca sorumluluğumuzdur. Göstermelik, 
koşullu ve başkalarının uygun bulduğu ölçüde demokrasi; insanı, bilimi, çağı 
yadsımakla birdir. Demokrasi, yalnız parti ve seçim değildir. Devleti değil, 
seçimi düşünenler birçok şeyin yıkımına neden olabilirler.
Anayasa’nın 
siyasal partilerin iç düzenleriyle tüm çalışmalarının demokrasi ilkelerine 
uygunluğunu öngören 69. maddesi, onursal bir öneri olmaktan çıkarılmalı, ülke 
genelindeki demokrasi, siyasal partileri örnek alacak biçimde, bu kurumlardan 
başlayarak yaygınlaşmalı ve kökleşmelidir. Demokrasimizi hukuksallık, açıklık ve 
temizlikle anlam ve amacına uygun duruma getirmeliyiz. TBMM üyeliğiyle 
bağdaşmayan işler, bir saldırı, aşırılık ve taşkınlık aracı olmayan 
dokunulmazlık kurumu gerçekçilikle ele alınmalı, etik kurallara gereken önem 
verilmelidir. Demokrasiyi yaygın, köklü, doyurucu ve yararlı düzeye çıkarmak, 
bir yaşam biçimi, yönetim yöntemi olmaktan ötede bir öze dönüştürmek, hepimizin 
görevidir. Hakların ve özgürlüklerin onur ve erdem sayıldığını unutmadan, 
yurttaşlık bilincimizin gereklerini göz ardı etmeden yürüteceğimiz çalışmalarla 
yalnız yurdumuzda dinginlik sağlamakla kalmayacak, bölge ve dünya barışına 
katkıda bulunarak insanlığı karanlığa düşmekten, acı çekmekten, dünyayı yıkıntı 
olmaktan kurtaranlar arasına katılacağız. Kötü hukukun, hukuksuz kalmaktan da 
kötü olduğu inancıyla çabalarımızı sürdürüyoruz. Duygu ve düşüncelerimizi, yeri 
ve zamanı geldikçe, hiçbir yandaşlık ve karşıtlık gütmeden, kurumsal ve kişisel 
hiçbir beklentimiz olmadan, bağımsızlığımızın ve mesleğimizin tüm gereklerine 
uyarak, uyarı, eleştiri, öneri ve dilek biçiminde açıklıyoruz. Hukuk devletinin, 
hukukçu devleti, hukukun üstünlüğünün hukukçunun üstünlüğü olmadığı; devletin 
tüm işlem ve eylemlerinin tam bağımsız yargının denetimine açık; evrensel ve 
üstün hukuk ilkelerinin anayasadan da önce geldiği anlayışının egemen; 
yurttaşlarını hiçbir ayrım gözetmeden, adalet ve güvenceyle mutlu kılan devlet 
olduğunu vurguluyoruz. Devletin hukuksallığı kadar sosyalliğini, demokratlığını 
ve lâikliğini savunuyor, hepsini eşdeğer nitelik sayıyor ve birini öbüründen 
ayırmıyoruz. Nitelikli hukukçu olmadan, gerçek hukuk devleti olmayacağını da 
biliyoruz. Bu nedenle hukukun etkinliğini ve yargının bağımsızlığını 
savunuyoruz. Sav, savunma ve karar öğelerinden birinin bağımlılığı, yargının 
bağımlılığını, bu da devletin bağımlılığını çağrıştırır. Mafyanın yargıya kadar 
uzandığı yakınmaları, çok kişi ve kuruluşun sorumluluğunu yansıtır. Gerçekte 
halkın olan yargıç güvencesi ve buna koşut yargıçların sorumluluğu, günün 
gereklerine göre düzenlenirse yakınmalar azalır. Yargı içindeki dayanışma çağrı 
ve çabalarımızın yanıtsız kaldığını, özlük haklarındaki eşitlik girişimlerimizin 
çarpıtılarak yansıtıldığını unutmak istiyorum.
Ulus olarak 
karakterimiz gereği hiçbir etnik ve inanç ayrımı yapmadan, insanlığı bir bütün 
sayarak kazanımları, mutluluk ve acıları paylaşıyoruz. Teokratik monarşiden 
Cumhuriyet’le demokrasiye geçmenin, kimi eski alışkanlıkları atmanın 
güçlüklerini yaşıyoruz. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı utkuyla sonuçlandırıp yepyeni 
bir devlet kurarak anlayıştan kural ve kurumlara değin değişiklikleri tümüyle 
gerçekleştirmek için 74 yılın yeterli bir süre olduğu söylenemez. Geleceğe 
ilişkin kimi hukuksal önlemlerin zorunluluğu, ülkemize özgü koşullar nedeniyle 
kaçınılmazdır. Her ülkenin ve toplumun özellikleri vardır. UNESCO’nun 1978’de 
aldığı kararla üye ülkelerin 1981’de 100. doğum yıldönümünün kutlanmasını 
istediği, emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık savaşının ve Türk 
Devrimi’nin önderi, devlet kurucumuz Atatürk’ün “En gerçek yol gösterici 
bilimdir!” sözüyle “yurtta barış, dünyada barış!” ilkesini yürekten 
benimsiyoruz. Bu doğrulara içtenlikle bağlıyız, bu doğrultuları özenle 
izliyoruz. Kimsenin toprağında gözümüz, yayılma amacımız asla yok. Gerçek 
barışçıyız. Dostlarımız için bir güven kalesiyiz. 
Uluslar arası 
ilişkilerde hukuksallığa ve eşitliğe büyük önem veriyoruz. Avrupa’nın bir 
parçası olarak imzaladığımız antlaşma ve sözleşmelere bağlıyız. Anayasa’ya 
uygunluk denetimi, yasaların yasayla değil yasaların Anayasa’yla 
karşılaştırılması yöntemiyle yapıldığından, uluslar arası antlaşmalara göre bu 
denetimi yapabilmemiz için antlaşmaların Anayasa düzeyinde sayılmasını 
gerektiren bir açıklığı sağlayacak Anayasa değişikliği önerimizi yineliyoruz. 
Uluslar arası kurallar böylece tümüyle yaşama geçecek, çok yanlı ve ikili 
ilişkilerdeki kimi anlaşmazlıklar sona erecek, karşılıklı güven artacak, Avrupa 
Birliği her yönden eşit uygulamalarla güç kazanacaktır. Barışa, dostluğa ve 
birbirinin varlığına saygı ile güçlü birliktelikler ortaklıklar oluşturmak 
herkesin yararınadır. Avrupalı olan, Avrupa’daki Türkiye birçok yönden güçlenip 
gelişmekte ve birçok ülkeden ileride bulunmaktadır. Türkiye’siz Avrupa Birliği, 
tam birlik sayılmaz.
Türkiye, 
demokrasisi ve lâikliğiyle kimi ülkeler için kötü örnektir. Dinci rejimler, 
saltanat ve diktatörlükleri yönünden Atatürk Türkiyesi’ni tehlike sayanlar 
teröre destek vermekte, gerçek dışı savlar ve aykırı istemlerle amaçlarını 
saklamaktadırlar. Dünya giderek küçülmekte, devletler bir örgütle birleşmekte, 
etnik ve dinsel kavgalar, aşırı milliyetçilik, soykırım ve açlık utandırmakta, 
ulusların kaynaşması ve ekonomik ilişkilerle uluslararası kurumlaşmalara 
gidilerek yapı, hızla değişmektedir. Bu oluşumun dışında kalanlar yoksunluğa ve 
bağımlılığa düşecektir.
Türkiye’de 
hangi etnik kökenden ve hangi inançtan olursa olsun hiçbir kadın-erkek yurttaş 
arasında hiçbir ayrım yokken ve yapılmazken, tümüyle hukuk dışı ve insanlık dışı 
amaçlarla, gerçek dışı savlar ve söylemlerle yıkıcılığa ve bölücülüğe 
kalkışanların uyuşturucudan soyguna her yola başvurmaları, kaynağı karanlık nice 
olanaklar edinmesi gözden kaçırılmamalıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun, en 
ağır insanlık suçu olan teröre herkes karşı çıkmalıdır. Yakınlarını yitirenlere 
dostlarımıza başsağlığı dileyerek yurtdışındaki saldırıları da en kötü 
duygularla kınıyor, gerekli işlemlerin ivedilikle yapılıp insanlık düşmanlarına 
gereken yaptırımların uygulanacağını umuyorum. İnsan haklarını savunmada 
içtenlik kanıtlanmalıdır. Kendi düşünsel, duygu ve inanç koşullanmışlıklarını 
siyasal açılım gibi dayatanlarla türlü ödünler vererek bunları destekleme 
durumuna düşenlerin, değişik sakıncalara neden olanların da birbirinden farkı 
yoktur. Yapay sorunların sıkıntılarını halka yaşatmak ne ölçüde bağışlanamaz bir 
tutum ise yetkilerini iyi kullanmayan, gelişigüzel, partizanca davranan 
kimilerinin içte ve dışta ağır eleştiri ve karalama getiren eylem ve işlemleri 
de o ölçüde bağışlanamaz. İnsan haklarını ve demokrasiyi kötüye kullanarak 
herkese zarar vermekten uzak kalınmalıdır. Ulusal dayanışmanın temeli olan 
toplumsal barış, etnik ve dinsel sömürüyle bozulursa ulusal yapı korunamaz. 
Irkçılık türü tutuculuk, milliyetçilik değildir. Çağdaş milliyetçilik, soyunun 
özgün değerlerini koruyup güçlendirerek tam eşitlikle kucaklaşıp dışarıda barışı 
ve dostluğu pekiştirmektir. Kavga ve savaş, uygarlığın düşmanıdır. İnsanlığa 
aykırı inanç, inanca karşın kavga , ilkelliktir. Devlet organları arasında 
sürtüşme, anayasal organlara sataşma da böyledir. İlkeleri kurumlaştırmak, 
kurumları güçlendirmek gerekir. Organlar arasında, Anayasa’nın Başlangıç’ında 
belirtilen uyumlu çalışma özlem değil, gerçek olmalıdır.
Sayın 
Cumhurbaşkanı,
Ulusal yaşam 
andı bildiğimiz Anayasa başta olmak üzere, hukukumuzu anti demokratik 
yapılanmaya, kurumlaşmaya yol açan kurallardan arındırma çalışmaları 
gecikmemelidir. Siyasal karşıtların, zıtlaşma ve inatlaşmanın demokrasiyle ve 
hukuksallıkla uyuşmadığı açıktır. Demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğeleri 
olan, demokrasi için varlıklarını savunup korumaya çalıştığımız siyasal 
partilerin, demokrasiyi ülkede gerçekleştirme savlarının inandırıcılığı, kendi 
demokratik yapıları ve uygulamalarıyla olanaklıdır. Seçimler sırasında pek az 
rastlanan “demokrasi, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı” 
sözlerini her zaman duymak ve bu yolda daha devingen olmalarını beklemek, 
halkımızın hakkıdır. “Hukuk devleti” anlayışıyla bağdaşmayan olumsuzluklar, 
karanlık ilişkilerden güç kullanarak sonuç almaya değin demokrasiyi gölgeleyen 
olaylar endişeyle izlenmektedir. Türk gücünü unuttururcasına Osmanlı gücünden 
söz etmek Cumhuriyet yandaşlığıyla çelişir. Feodal yapı sürdükçe, ilkellik, 
gericilik, çağ dışılık ve terör durmaz.
Önceki tören 
konuşmalarını yinelememek için aynı konulara değinmiyorum. Ancak, bilgi ve 
ilgiye sunulan sorunların, karar gereklerinin saptanıp ele alındığını, çözüm 
arandığını görememenin üzüntüsünü yaşıyorum. Yargıyı, istemek ve izlemek 
durumunda bırakmadan yargı sorunlarını çözmek, adalete saygının, hukuka 
bağlılığın gereği olduğu kadar, ulusa verilecek en anlamlı hizmettir. Adaleti 
olmayanın hiçbir şeyi olmaz ve adalet herkese lazımdır. Aç kalınır, adaletsiz 
kalınamaz. Adalet yalnız yargıda değil, her alanda, her katta gözetilmeli, 
adaletin içinde adaletsizlik, en kötü durum bilinmelidir. Eğitimle dokunup 
güçlenen toplumsal düzey ve etkin hukuk olunca, demokrasiye aykırı ya da hukuk 
dışı hiçbir girişime, yanlış anlaşılacak hiçbir kalkışmaya gerek duyulmaz.
Daha 
kapsamlı, daha iyi demokrasi, daha güçlü ekonomi, daha bilimsel eğitim, daha 
başarılı spor ve sanat, daha uygar yaşam, daha doyurucu adalet ve daha etkin 
sağlığı ve savunmayı konuşup gerçekleştirmek yerine, gereksiz tartışmalarla 
zaman, emek ve insan gücü yitirilmekte, ulusumuz karamsarlığa düşürülmektedir. 
Kimi kentlerin çağdışı giysilerle ürkütücü görünümü, “dergah, tekke, zaviye, 
muska, fetva, ferman” sözcüklerinin kullanılması, çocukların katıldığı ayinler, 
dinsel sömürünün getirdiği noktadır. Yeşil bayraklar, çağdışı, yasak giysilerle 
islâmiyeti kaynağından ayıran bağnazlık, saldırganlık, özellikle yargıya ve 
güvenlik güçlerine karşıtlık hoşgörüyle karşılandıkça yarınlarda neler olacağı 
kestirilemez. İlkellik ve rejime yönelik girişimler nerden gelirse gelsin karşı 
çıkılmalıdır. Kimsenin yürürlükteki yasaları uygulatmama yetkisi yoktur. 
Demokrasimiz için en büyük tehlike, din sömürüsüyle katılık, partizanlık ve 
yansız kalması gerekenlerin yandaşlığıdır. Yürürlükteki yasalara, yargı 
kararlarına karşın çağdışı giysileri devlet kurumlarında giyenler kadar 
giydirenler ve hoşgörüyle karşılayanlarda sorumludur.
Devrimle 
gerçekleşen lâik eğitim, demokrasinin güvencesidir. Lâik Cumhuriyet’in kişilikli 
yurttaşları, ulus yapısını, dinsel devletin ümmetiyle karşılaştırmaz ve 
kapıkulluğunu yeğlemez. Tarihin acı örneklerini unutamaz ve bir daha yaşamayı 
asla düşünmez.
Sekiz yıllık 
kesintisiz eğitimi iktidar tutkusuyla, seçmeli ders ödünleriyle dinsel öğretim 
durumuna getirmek yanlıştır. Din bilgisi ayrı, dinsel eğitim ayrıdır. Eğitimde 
gerçekte süreden çok içerik ve nitelik önemlidir ve eğitim bir bütün olarak ele 
alınmalıdır. Siyasal amaçlı çözümler yarın herkesi pişmanlığa düşürür. Eğitimle 
oynanmaz. Üst düzey yöneticilere kadar uzayan kimi yürütme işlemlerinin, siyasal 
amaçlı görünümleri çok yönlü sakıncalar taşımaktadır. Öz bir yana, biçimsel 
koşullara uymayan işlemler devlette onarılması güç yaralar açar.
Gereksiz ve 
yanlış bir “seçilmiş-atanmış” ayrımıyla, çocukça davranışlar sergilenmesi de 
hukuk dışılığın belirtisidir. Yalnız lâiklik bildirisi ve Anıt-Kabir ziyaretiyle 
de her şey yapılmış olmaz. Anayasa Mahkemesi kararına ters uygulamayı sürdüren 
yerler oldukça hukuk devleti sözde kalır.
Bütçe 
görüşmelerinde kimi üyelerin gerçekdışı, yakışıksız ve aşırı partizanca 
konuşmalarına karşın yasama organımızın Anayasa Mahkemesine gerekli yaklaşımını 
beğeniyle karşılıyor, ilgisine teşekkür ediyorum. Anayasa Mahkemesi, yasama 
organının altında, üstünde ya da karşısında değil, yanındadır. Bir anlamda onu 
tümlemektedir. Yetki devri konusundaki duyarlığımız, yeni kural koyma ve yasama 
organı yerine geçme görünümlerinden kaçınmamız, adını Atatürk’ün koyduğu temel 
organa saygımızdandır. Karşılıklı saygıda kusurlu olmama özenimizi sürdüreceğiz. 
Atatürk’ün açtığı Meclisin O’na ve ilkelerine her zaman, her şeyden önce sahip 
çıkacağına inanıyoruz.
Yürütme 
organı’nın günümüz koşullarında Mahkememize karşı tutumu, kimi konular dışında, 
yakınmaya neden olacak düzeyde değildir. Anayasa yargısının ve özgün kurumunun 
özellikleri gözetilerek yapılması zorunlu düzenlemeler savsaklanmadan ele alınıp 
yasama organına sunulmalı, uyarı ve önerilere sırt çevrilmemelidir. 
Çalışmalarımız için zorunlu yasa değişiklik taslakları beş yıldır tutulmakta, 
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ilgisine karşın bekletilmektedir. Anayasa’ya uyum 
konusunda Kuruluş Yasamıza uyum değişikliğe ilişkin tasarı, görüşümüze gerek 
duyulmadan Meclis’e gönderilmiştir. Kimi kurumlara binlerce kadro verilirken 
halkla ve basınla ilişkiler için bir müdür kadrosundan, tüm yargı organlarında 
çalışan memur ve müdürlerin özlük haklarında zorunlu iyileştirmeden 
kaçınılmasının doğru olmadığını içtenlikle belirtiyorum. Çalışmalarda hızdan, 
içeriğe her konuda düzey artışı, çalışanların düşünüldüklerini bilmeleri ve kimi 
kolaylıklara kavuşmalarıyla sağlanır.
Devletin 
verdiği izin sayılan Bütçede ödeneği kullanmayı genelgelerle engellemek “Denk 
Bütçe” savıyla çelişmektedir. Yargının gereksinimleri kimi uçakların 
giderlerinden de çok azdır. Genelgeler, Anayasal ve yasal gerekleri dışlayamaz, 
şu ya da bu nedenle yetkilendirilmiş kimilerinin kişisel eğilimleriyle 
uygulanamaz.
Hukukun 
amacı, işlevi, yararı, hukuk üretilmesi konusunda tüm hukukçularla hukuk 
kuruluşlarının sorumluluğu ortaktır. Gerçekte bu ortaklık, hukuk devleti için 
yasama ve yürütmeyi de kapsar. Yargı kararlarının uygulanması özeninde yarışma, 
bir çağdaşlık belirtisi olarak özlenirken, uygulanmayıp hukukun göz ardı 
edilmesi, özellikle yeni atama işlemleriyle memurlara güçlükler yaşatılması, 
yetki-makam kabadayılığı ve bildiğini okuma tutumu devlete gölge düşürmektedir. 
Sorunların hukukla çözümlenmesi, hukuk devleti olmanın ve uygarlığın gereğidir. 
Hukuksuz devlet, devletsiz hukuk olmaz., hukuku dışlayan demokrasi düşünülemez.
Kimi 
Bakanlıklarda Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararlarının uygulanmaması ya da 
sonuçsuz bırakma niteliğindeki tutumlar, çok sakıncalıdır. Hukuka saygı 
duymayan, yargıyı tanımayan hukuk devleti ve devlet adamı olamaz. Bir insan ve 
hukuk kurumu olarak tüm yurttaşları kucaklayan devlet, kimilerinin değil, 
herkesin malıdır. Adaletsiz devlet, devlet olmadığı gibi adalete saygı 
duymayanın Tanrı saygısı da inandırıcı değildir. Yargının gerekçesi, 
yargınındır. Bakanlığın değil. Kimin dava hakkı olup olmadığını yargı belirler, 
Bakan değil. Yargı kararlarını yerine getirmeyenlerle bu kararlara uymayanlar, 
hangi yöntemle gelmiş olursa olsunlar görevde kalma hakları tartışılır, 
geçerliliklerini yitirirler. Yürürlülükteki yasaları uygulamamak gerçek bir 
hukuk devletinde kimsenin hakkı ve haddi değildir. Kimi yöneticilerden gelen 
tersine düşüncelere karşın yürütmenin tutukluğu daha da acıdır. Hukuk devletini 
içerden yıkma niteliğindeki bu durumlara kesenkes son verilmesini bekliyoruz. 
Kimi valilerle kimi belediye başkanlarının bu bağlamdaki açmazlarının gereken 
işlemlere bağlı tutulacağını umuyorum. Herkes davacı ve davalı olur ama son sözü 
yargı söyler. Yargıya uyulmazsa devlet yaşamı kararır.
Hukuktan çok, 
“irtica” anlamındaki şeriat biliniyor. Dinsel konulara gösterilen ilgi, hukuka 
gösterilmedikçe özlenen aydınlığın gerçekleşeceği kanısında değilim. Hukuk ve 
yargıya ilişkin yakınmaları gidermek, halkımıza beklendiği adaleti sunmak 
birincil görevimizdir. Adaleti toplumsal namus bilen halkımız Atatürk, Silahlı 
Kuvvetler, inanç, ahlak ve adalet konularında çok duyarlıdır. “Karaya” ve 
“karanlığa “ karşıdır. Çağdışı dayatmaların iktidar olanaklarıyla 
desteklenmesini hiç bir zaman uygun bulmamıştır. Değerbilmezlikten terbiye 
dışına çıkmaktan ve yolsuzluk söylentilerinden duyduğu burukluk açıktır. Siyasal 
işlemlerle adaletin engellenmesini doğru bulmamaktadır. Yanları kim olursa olsun 
tüm yolsuzlukların ve adaletsizliklerin üzerine değişmez bir kararlılıkla 
gidilmesini istemektedir. Demokrasi, ahlak, onur düzeni: en saydam, en temiz 
rejimdir.
Karar yazım 
ve yayınının hızlanması için öneriler getirdiğimiz Anayasa Mahkemesi’nin 
kendiliğinden davaya bakmadığı, dava açanların Cumhurbaşkanı, İktidar ve 
Anamuhalefet Partisi ile en az 110 milletvekili ve Mahkemeler olduğu, iptal 
davalarında yürürlüğü durdurma istemeyen kalmadığı unutulup gerçekdışı haberlere 
dayanılarak, siyasal ya da kişisel nedenlerle hak ve özgürlüklerin güvencesi 
olan kurumu bilimdışı, hukuk dışı eleştirmek, düşünce özgürlüğü ile saldırıyı 
ayırmadan konuşup yazmak yanlıştır. Atatürk’e, devlete, yargıya, Silahlı 
Kuvvetlere, güvenlik güçlerine saldırı, kurumları yıpratıp yıkma çabaları, her 
şeyden önce yakışıksızdır. Demokrasi bu tür çirkinliklerden kaçınılırsa 
güzelleşir. Özensiz konuşmalarla siyasal tıkanıklıklar, umutsuzluk ve 
karamsarlık yaratarak demokrasiye zarar vermektedir. 
Gerçekte 
demokrasiyle hiç bir ilgisi olmamasına karşın, kendi diktalarını kurmak için 
yararlanmaları nedeniyle demokrasiyi savunur görünen kimilerinin aldatmacalarına 
karşı çıkılınca halkı hatırlamaları, azlığı dışlayıp kendileri çoğunluktaymış ya 
da çoğunluğu temsil ediyorlarmışcasına kendilerini demokrasiyle özdeşleştirip 
özü savsaklamaları, çiğnediği hukuka sığınmaya çalıştıkları her zaman 
görülmüştür. Bu durumlarda her zaman aşılacaktır.
Düşmanlık 
yapanlara yalvarırcasına övgüler yağdırılırken, vatan kurtaranlara vatan 
koruyanlara saldırı yarışı sağduyulu yurttaşları üzmektedir.
Sayın 
Cumhurbaşkanı,
Kişiler, 
toplumun temelini oluşturan ailenin kurucularıdır. Kişilik, hak ve özgürlüklerle 
tümlenip niteliklerle anlam kazanan bir yapıdır. Devlet de ulusu ve ülkeyi 
kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olarak böyle saygınlık kazanır. Kendisini 
hukuk kurallarıyla bağlı saymayan devlet, yurttaşlarından hukuka saygılı 
olmalarını bekleyemez. İnsana değer ve saygı, insanlık ölçüsü dışında başka 
ölçüyü gerektirmez. Bu anlayış yerleşirse, etnik ve dinsel özellikler insanları 
birbirinden ayırmaz toplumsal barış sağlanır.
İnsan 
hakları, kimi siyasal oyunlara araç kılındığı gibi devleti güç duruma düşürecek 
biçimde itilmekte, bu konudaki yakınmalar sürmektedir. Dinsel sömürü, soykırım, 
bölücülük, yıkıcılık ve terörü bırakıp kimi dayatmaları insan hakları 
savunuculuğuyla gündeme getiren sözde dostlar, ikilemlerinde direnmektedirler. 
Dışarıda bu üzücü görünümlerle birlikte içeride de siyasal alanda kimi 
olumsuzluklarla halkı umutsuzluğa düşürme belirtileri izlenmektedir. Kimi 
alanlarda bozulma, yozlaşma, tutarsızlık, kirlenme, çelişki ve düş kırıcı 
olaylar, oluşumlar; devleti ele geçirme oyunları; kimi Bakanlık, Üniversite, KİT 
ve Belediyede tarikatçı kadrolaşma yakınmaları; kimi sorumluların, yetkililerin 
ve yöneticilerin kötü eğilimlere kapılarak görevlerini savsakladıkları duyumları 
hepimizi üzmektedir. 74 yıl önce çıktığımız karanlığa dönme çabaları usdışıdır. 
Geriye değil ileriye gideceğiz. Sünnet töreninde “Din her şeye çözümdür” diyen 
valinin; siyaseti, bu yolla devleti, dinin hizmetine sokmak isteyenlerden güç 
aldığını sanıyorum. İnancı, siyasal amaçlı sömürünün aracı; ödünlerin nedeni 
yapmak, dinden uzaklaşmak, dindışı düşmekten ötede din karşıtı olmaktır. Dini 
siyasallaştırmak, demokrasiyi dinselleştirmek, açıkçası demokrasi olmaktan 
çıkarmaktır. Başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin 
güvencesi; bağımsızlığın, egemenliğin, demokrasinin kaynağı; siyasal, hukuksal 
ve ulusal birliğin dayanağı; aydınlanma, bilimsellik, barış, eşitlik, uygarlık, 
hoşgörü, anlayış ve nitelikli yurttaşlık anlamına da gelen; evrensel bir ilke, 
anayasal bir nitelik, hukuksal bir kurum olan ve ancak dinlerin olduğu yerde 
bulunup karşıtları için bile güvence sayılan lâikliğe yöneticilerin karşı çıkıp 
eylemli biçimde ters davranmaları hoşgörüyle karşılanamaz. Bu sorun, güncel ve 
önemli olduğundan değiniyorum. Gereksiz kavgalar olmasa Türkiye’miz çok 
güçlenecektir.
Yurttaşları 
birbirinden ayıran gülünecek nitelemeler, sakıncalı girişimler ve uygulamalar 
ancak gelişmeyi önler, düşmanları sevindirir. Ulusal egemenliğin Ulus’ta 
olduğunun Anayasa’ya geçmesiyle yaşama giren lâiklik, devletin dinler yönünden 
saygın yansızlığını; “din” bağı yerine “ulus” bağının seçilmesi de lâikliği 
benimseyen yurttaşların ulusu oluşturmasını gündeme getirmiştir. İslamiyeti, 
“Siyasal İslam” tanımıyla temellerinden koparıp birleştiriciliğini yıkmak, bu 
dine en büyük zarardır. Bu görkemli yapıyı, canımızı adadığımız ulusal 
varlıklarımızı, Türkiye’mizin simgesi olan, Türkiye’mizle özdeşleşerek 
kurumlaşan Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve laikliğe borçluyuz. Lâikliğin ve 
demokrasinin değeri bilinmeli, Atatürk’e saygılı olunmalıdır. Demokrasi, 
dincilik oyunu ya da kurnazlığı değildir. Demokrasi, irticanın, din devletinin 
zırhı, kalkanı ve şerbeti değildir. İnançlar, kimlik arayan ya da değişik 
nedenli bunalımları aşmaya çalışan bireylerin bulduğuna katlanmak zorunluluğunu 
getiren, akla tavan koyan bir engelleme kurumu, bir dar anlayış değil, bir 
kültürdür. Olumsuzlukların barınağı, çözümsüzlüklerin sığınağı yapılarak, 
gelişme, kalkınma, uygarlık, bağımsızlık ve özgürlük önlenerek; karanlıkta 
yaşama biçimi değildir. Demokrasinin ve laikliğin yerindeliğini tartışmak 
durumunda kalmamalıyız. Atatürk ilkelerinin özündeki çağdaş düşünce, ülkemizi 
çağdaş uygarlık düzeyi üstüne çıkarma çabalarının çıkış noktası kabul edilerek 
bu ilkelerin güncelleşmesi doğrultusunda davranmalıdır. İlkeleri yaşatmak, özünü 
koruyarak onları geliştirmekle olanaklıdır. Korumadığımız hak ve özgürlükler, 
bizim olamaz. Onlara yaraşır kalmak için ödünsüz savunmalıyız.
Ülkemizde 
kimsenin inancıyla sorunu yok. İnsanlığın, inancın, devletin vatanın, ulusun, 
demokrasinin, hukukun ne olduğunu bilmeyenlerin kendi egemenliklerini kurma 
çabasıyla yarattıkları kargaşa var. Ümmetçilik ve Arap milliyetçiliğiyle 
Türklüğünü ve Türkiye’yi unutanlara, tarih bilmeyenlere kanmamalıdır. Hepimiz 
inançlıyız ve inançlara saygılıyız. Tersine sav ve suçlamalarla gerçekler 
gizlenmekte, laikliği benimseyip savunanlara baskılar görülmekte, duyulmaktadır.
Üstü kapalı 
söylemlerle yurttaşları kışkırtıp olmayacak şeylere özendirenler, ırkçılık, 
mezhepçilik ve tarikatçılık eylemlerini yasal boşluklardan yararlanıp 
izleyenler, demokrasinin erdemiyle kendilerine geleceklerdir. Laiklik ilkesiyle 
yalnız “Müslüman olan-olmayan” ayrımı değil “alevî-Sünnî” ayrımı da kaldırılıp 
ümmet yapısı yıkılarak ulus yapısına geçilmiş, böylece Türkiye yeniden 
kurulmuştur. Şimdilerde tersine çabalar çok üzücüdür. Yeni Türkiye’yi yeniden 
kurmak değil, her gün yeni tutmak ve her yönden güçlendirmek sözünü yeğliyoruz. 
Anayasal demokratik düzen içinde, Anayasa’ya, ulusuna, ülkesine ve andlarına 
içtenlikle bağlı olanlar yaşadıkça kimse din devleti kuramaz. Özlemleri, düşleri 
boşunadır. Ulusumuzun bireyleri, tertemiz inançlarının sömürülmesine olanak 
tanımayacak, çıkarcıların oyunlarına olur vermeyecektir. Toplumsal barışı 
bozacak davranışlardan, söz, yazı ve yayınlardan kaçınmak, yurtseverlik 
gereğidir. İnanç sömürücüsü din karşıtlarının her alandaki saldırı ve yıkım 
girişimi, siyasal ödünlerle bir şeyler kazanacağını sananlaların yanılgısı, 
demokrasi yıkımı ve kıyımıdır. Yurtiçi ve yurtdışındaki tüm bölücü ve yıkıcı 
örgütler, totaliter İslamcı devlet isteyenler hiç bir ayrım gözetilmeden aynı 
duyarlılıkla izlenip önlenmelidir. Kimse, din bilgisinin bilimin öngördüğü 
yaşlarda verilmesine ya da edinilmesine, özel yaşamda inanç gereklerinin yerine 
getirilmesine karşı değildir. Dünyada inancını en iyi, en mutlu, en özgür 
yaşayan Müslümanların bulunduğu Türkiye’de tersine baskı varmış gibi saptırma ve 
çarpıtmalarla devletin niteliğine yönelik eylemler, uyarıcı yoğunluğa varmıştır. 
Duyarlık gösterenler haksız değildir. Ne yazık ki bunlara saldırı kimi 
yetkililerin ilgisizliğiyle sürmektedir. Bu doğrultuda Sayın Cumhurbaşkanı’nın 
Kurban Bayramı konuşmasını “Sanki Cumhuriyet Bayramı” başlığıyla vererek 
çarpıtanlar oldu. Laikliğin her zaman, saldırılar karşısında özellikle dinsel 
bayramlarda konuşulması daha uygundur. Eğitimde dinsel ağırlık, uyuşturup 
uyutarak dondurmak, karanlıkta tutmaktır. Çünkü, ancak böyle bir eğitimden 
geçirilerek koşullanmış bireylerle dinci rejim kurulur ve savunulur. Bu nedenle 
çağdaş eğitim, her olgunun temeli niteliğiyle ödünsüz kurumlaşmalıdır. 
Bilgisayarı dua ile geçmenin olanaksızlığı, aklı dışlamanın Tanrı anlayışı ve 
insan varlığıyla bağdaşmadığı unutulursa sorunları aşamayız. Kimi yöneticiler, 
devletin niteliği olan laiklikle onun güvencelerini oluşturduğu inançları 
birlikte savunmuyor, laiklik yerine din sömürüsüne destek veriyor. Kimileri 
dinsel görevlerin anlamını bilmeden, değişik gösteriler yapıyor.
İbadet, 
siyasetle; siyaset de ibadetle ticarete dönüşüyor. Kimi siyasetçilerin “din” 
söylemiyle gerici ve tekelci tutumu, sömürü ve inançlara saygısızlıktan başka 
bir şey değildir.
Devletle ulus 
arasında kavga olduğunu söyleyenler, kavga çıkarıp kavga özleyenlerdir. Siyasal 
çıkarlarını din sömürüsünde arayanlar, varlıklarını ve geleceklerini 
bilgisizliğe bağlayanlar, karınlıktan medet umanlar, halkın uyanmasını, 
çocukların çağdaş eğitim görmesini istememektedir.
Devletin 
vatandaşına zulmettiğini söyleyen yönetici gibi yurttaşına zulmeden yönetici de 
olamaz. Kışkırtmalar, “kardeşlik, barış, hoşgörü” sözlerini boşlukta bırakmakta, 
değişik tutumlar kuşku doğurmaktadır. Devlet adamı niteliğinin ilki ciddiyettir. 
Değişik söz ve davranışlardan kaçınmak devlete inancın gereğidir. Devlete 
saldırmakla, saldırtmanın birbirinden farksız olduğu bilinmezse, sıkıntılardan 
kurtulamayız.
Atatürk’ün 
kaynağını oluşturduğu Türkiye aydınlanması, cumhuriyet ve demokrasiyle 
kurumlaştı. Kimi çelişki, aykırılık ve yetersizlikler sisteme değil kişilere 
bağlanmalıdır. Birlikte çabalarla, çoğulcu, katılımcı, kurallar ve kurumlar 
düzeni, bir hukuksal disiplin olan demokrasiyi geçerli ve gerçek kılacağız. 
Hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmak çabamızdan asla 
ayrılmayacağız. İşkence, yargısız infaz, kötü davranış, kirlenme, yolsuzluk 
savlarına neden olmakla kimsenin kimseye haksızlık etmeye, kimsenin kimseyi 
utandırmaya hakkı yoktur. Kişiler ve kurumlar herkesi gölgeleyip karartan, 
küçültüp bitiren bu tür sakıncalı eylemlerden uzak durdukça yüceliğimiz 
tartışılamaz. Bayanlara, öğretmen ve öğrencilere, kimi üst düzey yöneticilerle 
memurlara yönelik uygulamalar tasa vericidir. Yönetimin yansızlığı, geçerliğinin 
ölçüsüdür. 
Silahlı 
kuvvetleri ve kurumları devletten ayrı düşünmek, birbirine yanlış göstermek çok 
yanlıştır.
Güvenlik 
güçlerinin yansızlığının, etkinliklerinin ve saygınlıklarının temel koşulu 
olduğu kanımı yineliyor, kurumsal bağımsızlıklarının sağlanması ve adalet 
kolluğunun kurulması için ivedi düzenlemelere gidilmesinde sayısız yarar 
buluyorum.
Kimi yüksek 
öğrenim kurumlarındaki öğrenci olayları ve “Şeriat, İslâm; Anayasa, Kur’an!” 
çığlıkları, özellikle gelecek yönünden kaygı vericidir. Öğretim üyeleri 
bağlamındaki tarikatçı yoğunlaşmayı ve ideolojik kadrolaşmayı önleme çabalarını 
olumlu karşılarken, öldüresiye kavgalarla açığa çıkan çarpıklıkların her 
boyutuyla ele alınıp giderilmesini bekliyor, gençlerimizi uygar davranışlardan, 
ortak-ulusal ilkelerden ayrılmamaya, barış içinde tartışıp yaşamaya, ailelerini 
de bu yönde daha etkili olmaya çağırıyoruz. Türkiye hepimizindir ve başka 
Türkiye yoktur. Hepimiz inançlara ve düşüncelere saygılıyız. Özgün yerlerinde 
korunmalarından yanayız. Devletin niteliğini bozacak zararlı eylemlerden 
kaçınılmalıdır. Üniversiteler, ancak bilimin ocağıdır, başka bir şeyin değil, 
Sayın Rektörlerin duyarlılığı yerindedir, istemleri haklıdır.
Sayın 
Cumhurbaşkanı, 
Türkiye’mizin 
öncelikli sorunları eğitim, ekonomi, hukuk ve barıştır. Yalnız ülkemizin genel 
sorunları değil, kurumlarımızın ve yurttaşlarımızın özel sorunları da 
düşüncelerimizde ağırlığını korumaktadır. Sizin, yasama, yürütme ve yargı 
organlarımızla tüm ilgililerin uğraşları her güçlüğün aşılmasını sağlayacaktır. 
Aydınlığımızın karanlığa dönüşmesine bu birliktelikle olanak vermeyeceğiz. 
Umutlu ve kararlıyız.
Kişisel hiç 
bir yanı bulunmayan, ülkemiz ve Mahkememiz yararına girişilen kimi çabalarım, 
içte ve dışta yanlış anlaşılıp değerlendirilmiş, kimi gün de amaçlı biçimde 
eleştirilerek engellemeler yapılmıştır. İnandığımı söyleyip yazarak yargıçlık ve 
yurttaşlık görevlerimi yerine getirmeye çalıştım. Bu konuşmamda özetle 
değindiğim, çoğuna önceki konuşmalarımda yer verdiğim, kimini yinelediğim konu, 
sorun ve durumlar ulusuma saygımın, devletimize ve hukuka bağlılığımın yalın 
gerekleridir. Yıllardır yaptığım uyarı ve önerilerimin değişik kesimlerde 
paylaşıldığını, ilkelere sahip çıkanların arttığını, doğrulandığını görmekle 
mutluyum. Atatürk ilkelerinin özellikle laikliğin değeri ve karşılaştığı 
tehlikeler konusunda üzerime düşenleri yaptığıma inanıyorum. Siz de anlamlı 
konuşmalarınızla bu kavram ve kurumların önemini anlatıyorsunuz. Ülkemizin 
aydınlığı başlıca düşüncemizdir. Dayandığımız temelleri kimse yıkamayacaktır. 
Desteğiyle güç verenlere teşekkür ediyorum.
Bugün de ilgi 
göreceğini umarak değil, karşılıksız bir yurttaşlık görevini yerine getirmek 
amacıyla kimi önerilerimi sıralıyorum:
* Hukuk 
devletini tüm çağdaş nitelikleriyle kurup işletmek ve demokrasiyi her alanda en 
iyi düzeyde gerçekleştirmek için Anayasa, Siyasal Partiler Yasası ile Seçim 
Yasalarında gerekli değişiklikler yapılmalı, bu konulardaki gerçekçi öneriler 
üzerinde durulmalıdır. Milletvekili andına aykırı davranışlara yaptırım 
öngörülmelidir. 
* İnsan 
haklarına dayanan demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin bu nitelikleriyle 
tek’liği, ülkenin tüm’lüğü, ulusun bir’liği konularında hiçbir ödüne olanak 
tanımayan açıklık yanında hak ve özgürlükler tam güvenceye bağlanmalı, durdurma, 
kaldırma, sınırlama ve kısıtlamalar çok zorunlu nedenlerle ayrıklık olarak 
düşünülmelidir. Olağanüstü durumlar yeniden kurala bağlanmalı, baskıcı ve hukuk 
dışı oluşumlara açık kapı bırakılmamalıdır. 
* Merkezi ve 
yerel yönetimlerin yetki sınırları çağdaş anlayışla çizilmeli, gereksiz ve ağır 
vesayet yerel yönetimlerle birlikte kamu kurumu niteliğindeki meslek 
kuruluşlarının da üzerinden kaldırılmalı, gözetim ve denetim hakkı, sonunda 
yargı kararına bağlanacak geçici önlemleri aşmamalıdır.
Üniversitelerle kamu, basın-yayın kurumları özerk olmalıdır.
* Anayasa’nın 
geçici 15. maddesinin hiç değilse son fıkrası kaldırılmalı, Anayasa 
sadeleştirilerek ana konular dışındaki ayrıntılar yasalara bırakılmalıdır. Başta 
özelleştirme, kimi konulara açıklık getirilmeli, yorumu önleyici yasaklamalardan 
kaçınılmalıdır. KHK’lerin sınırı daraltılmalı, yasalaşma sürecine İçtüzük’le 
işlerlik kazandırılmalı, yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda KHK 
çıkarılmamalıdır. 
Anayasa 
Mahkemesi Kararları’na karşı direniş niteliğindeki düzenlemelerden sakınılmalı, 
tanınan sürelerde yeni kuralların konulmasına öncelik verilmelidir.
* Kuvvetler 
ayrılığı ilkesine özenle uyularak yargının tam bağımsızlığını ve kapsamlı yargı 
denetimini sağlamak için Anayasa’nın 159. maddesi değiştirilerek, çağdaş bir 
yapılanmaya gidilmelidir. Devletle millet arasında çatışma varmış gibi Bakanın 
Kurulda bulunmasını barış aracı sayarak savunmak konuya ve yapıya aykırı 
düşmektir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin sorumluluğu çok 
büyüktür. Aykırı davranışlar düşünülmemeli ve olmamalıdır.
Son 
ayrılmanın anlamlı gerekçesi, herkesi düşündürmeli, geçiştirici ve oyalayıcı 
değil, gerçekçi ve yapıcı düzenlemelerle sorun temelden çözümlenmelidir. Yoksa, 
hiçbir aykırılık ve sakıncanın önü alınamaz. Anayasa Mahkemesinin 35 yıl 
varlığına karşın hukuksal ve demokratik durum ortadadır. 
Siyasete 
bağlı adalet olmaz. Siyaset, adalete saygılı ise siyaset olur. Yargıda hatır 
için ya da herhangi bir etkiyle karar ve işlem de yargıyı yozlaştırır. Yargıç, 
oy ve seçim beklentileri dışında kalarak yargının onurunu korur. 
* 
Yurttaşların yasalardaki insan haklarına aykırılıklara karşı doğrudan Anayasa 
Mahkemesine başvuru-şikayet, Yüce Divan Kararlarına karşı düzeltme yolu 
açılmalı, bunlar için kurum içinde y
imar hukukcusu
 
Copyright © Imar Hukukcusu Tüm hakları saklıdır.
Yayınlanma:: 2007-06-08 (1396 okuma)
[ Geri Dön ]
		  | 
	
	
		  | 
		  | 
		  |