T.C.
DANIŞTAY
İdari Dava Daireleri 
Genel Kurulu
Esas No: 2002/191 
Karar No: 2002/644
Özeti : Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca 
hazırlanan, basında ve kamuoyunda "Susurluk Raporu" olarak adlandırılan belgede, 
hakkında tamamen gerçeğe aykırı ve kişilik haklarına ağır saldırı niteliği 
taşıyan suçlamalara yer verildiği, böylece kamu hizmetini yürütmekle görevli 
idarenin ağır hizmet kusuru işlediği gerekçesiyle uğranılan zararın karşılanması 
için davacıya manevi tazminat ödenmesi gerektiği hk.-DKD.1
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı) : Başbakanlık
Karşı Taraf (Davacı)       : Prof. Dr.General ...
Vekili               : Av....
İstemin Özeti        :    Danıştay   Onuncu    
Dairesinin    2.10.2001    günlü,
E:1999/1184, K:2001/3325 sayılı kararının 
temyizen incelenerek bozulması davalı idare tarafından istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Danıştay Onuncu Dairesince 
verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne 
sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı 
belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Ahmet Arşlan'm Düşüncesi: 
Temyiz isteminin reddi ile Daire kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Emin Celalettin Özkan'ın 
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari 
Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında belirtilen 
nedenlerden hiçbirisine uymayıp Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın 
dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını 
gerektirir nitelikte görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle 
Daire kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK 
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Genel 
Kurulunca, dosyanın tekemmül ettiği görülmekle davalı idarenin yürütmenin 
durdurulması istemi görüşülmeyerek dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca 
hazırlanan, basında ve kamuoyunda "Susurluk raporu" olarak adlandırılan belgede, 
hakkında tamamen gerçeğe aykırı ve kişilik haklarına ağır saldırı niteliğini 
taşıyan suçlamalara yer verildiği, böylece kamu hizmetini yürütmekle görevli 
davalı idarenin ağır hizmet kusuru işlediği gerekçesiyle uğranılan zararın 
karşılanması için 15.000.000.000.-lira manevi tazminatın, raporun televizyonda 
açıklandığı 22.1.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte 
davalı idareden tahsili istemiyle açılan dava sonucunda; Danıştay Onuncu 
Dairesince, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 2.6.2000 tarih ve 4575 sayılı 
Yasanın 2. maddesiyle değiştirilmeden önceki 24. maddesinde. Başbakanca alınan 
kararlara karşı açılacak davaların Danıştay'da ilk derece mahkemesi olarak 
çözümleneceğinin belirtilmekle yetinildiği; Başbakanın aldığı kararlar arasında 
herhangi bir ayrım yapılmadığı, dolayısıyla, davacının tazminat istemine neden 
olan belgenin bizzat Başbakan talimatıyla hazırlanması karşısında, uyuşmazlığın 
çözümünde Danıştay görevli bulunduğundan, davalı idarenin, bu davanın görüm ve 
çözümünün Danıştay'ın değil idare mahkemesinin görev alanına girdiği yolundaki 
itirazının yerinde görülmediği, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde idari 
eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu 
eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten 
itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili 
idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği, bu 
İsteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini 
izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği 
takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içerisinde dava 
açılabileceğinin hükme bağlandığı, yukarıda aktarıldığı üzere dava konusu 
uyuşmazlık, Başbakanın bilgisine sunulan belgenin basına sızdırılması şeklindeki 
idari eylem sonucu ugranıldığı,ileri sürülen zararın tazmini istemine ilişkin 
olduğu, davacı adı geçen belgede hakkındaki suçlamaları basından öğrendiği 
tarihten itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca İdari eylemden dolayı 
hakkının İhlal edildiğinden bahisle bir yıllık süre içerisinde İdareye 
başvurarak, istemin zımnen reddi üzerine süresi içerisinde dava açtığından, 
davalı idarenin süre definin yerinde görülmediği, diğer taraftan, dava konusu 
uyuşmazlığa sebep olan belge, Başbakan'ın 3056 sayılı Yasadan doğan yetkisini 
kullanarak hazırlattığı bir rapor olup, idari davaya konu olmadığı ve iptalinin 
istenilmediği, dolayısıyla açılan davanın, 2577 sayılı Yasanın 12. maddesinde 
belirtilen ilgililerin hakkını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla açılmış 
bir tam yargı davası olarak nitelendirilemeyeceğinden, uyuşmazlığın dava açma 
sürelerinin 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi hükümleri uyarınca hesaplanması ve 
sonuçta, davanın süresinde açıldığının kabulünün gerektiği, davalı idarenin 
savunması ile duruşmadaki beyanlarından "Susurluk Raporu" olarak adlandırılan 
belgenin, 3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun'un Başbakanlık Teşkilatı başlıklı II. 
kısmının Başbakan başlığı altında yer alan 4.maddesinin (a) bendinde, Başbakanın 
görevleri arasında belirtilen 'Türkiye Cumhuriyetinin yüksek hak ve 
menfaatlerini korumak ve gözetmek, milletin huzur ve güvenini sağlayan önlemler 
almak, genel ahlakı ve kamu düzenini muhafaza etmek, ekonomik, sosyal ve 
kültürel kalkınmayı sağlamak ve refahı yaygınlaştırmak, Hükümetin genel 
siyasetini yürütmek ve diğer maksatlarla bakanlıklar arasında ahengi ve 
işbirliğini temin eder." Hükmü uyarınca anılan Yasanın 20.maddesinde Teftiş 
Kurulu Başkanlığına verilen görev ve yetkiyle Başbakanın talimatı ve onayıyla 
hazırlandığının anlaşıldığı, başka bir anlatımla, Başbakanın belli bir konuda 
bilgilenmek amacıyla aldığı karar doğrultusunda hazırlatılan bir belge olduğu, 
dosyasının incelenmesinden, Başbakan'ın talimatıyla Başbakanlık Teftiş Kurulu 
Başkanlığı bünyesinde hazırlanan ve "gizli" olduğu davalı idarece de kabul 
edilen belgenin önsöz
bölümünde, 
hazırlanan raporun soruşturma raporu olmadığı gibi fezleke veya teftiş raporu da 
olmadığı, raporun sadece Başbakandık Makamına bilgi sunmak ve önerilerde 
bulunmak üzere hazırlandığı, doğruluğunun, yanlışlığının ve eksikliğinin sadece 
Başbakanlık Makamınca takdir edileceği, teftiş kurullarının hazırladığı 
raporların genellikle "gizli" kaydını taşıdığı ve kamunun bilgisine ancak 
Makamın izni ve uygun görmesi ile sunulabildiği cihetle, hazırlanan raporun, 
ilgililerin ve kamunun bilgisine sunulması amacına matuf böylesine bir öneriyi 
ihtiva etmeksizin ve sadece Sayın Başbakan'a arzedileceği ibaresiyle dönemin 
Başbakan'ına sunulduğu, Başbakan'ca bir televizyon programında raporun belli 
bölümleri açıklanarak raporun tartışıldığı, daha sonraki günlerde basında 
raporun davacıyla ilgili kısmı hakkında iddialara yer verildiğinin anlaşıldığı, 
sözü edilen raporun ... başlıklı bölümünde, ...'in yurt içinde ve dışında gazino 
işletmeciliği, seyahat acentalığı, sigorta, menkul değerler aracılığı, döviz 
alım-satımı, gıda, enerji petrol, İnşaat ve sanayi sektörlerinde faaliyet 
gösteren çok sayıda şirketin de kurucusu ve sahibi olduğu belirtildikten sonra, 
7 nolu dipnot kısmında, "... kumarhane açtığı şehirlerde, muhiti olan etkili 
aile ve kişilerle şahsen ilişki kuruyor, sosyal faaliyetler için fırsatlar 
veriyor, para harcıyor, doğum günü, evlenme, yıldönümlerde şık jestler yapıyor 
ve ortaklıklar kuruyordu. Alacaklarını aldıktan sonra ilişkisini kesiyordu. 
Kumarhanelerin yoğunluğunu artırmak bahanesiyle kişilere bol miktarda fiş 
verdirerek, oynatıyor, sonunda da ortaklıktan tasfiye için borç çıkarıyordu. 
...'da bu şekilde elde ettiği bir şirkete yaptığı evleri mensuplarına dolar 
üzerinden satmış, ...'ya, Emniyet Müdürü ...'a da yer tahsis etmiştir. Şirket 
hisselerinin devrinde ise kamu görevlilerini kullanmıştı" ibaresinin yer aldığı, 
davalı idarenin bu ibarelere dayanak olarak da Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanlar 
Kurulunun ...'m şirketleri hakkında yürütülen çalışmaların o tarihe kadar 
gerçekleşen suçlara dair olarak konuyu inceleyen Hesap Uzmanı ...'in Hesap 
Uzmanlar Kurulu Başkanlığına vermiş olduğu bilgi yazısını gösterdiği, sonuçta 
anılan raporda ...'in çevresini geliştirmek amacıyla giriştiği faaliyetler 
örneklerle açıklanmakta ve adıgeçen şahsın tutumu eleştirilmekle birlikte davacı 
ile ...'in bir menfaat ilişkisi içerisinde bulunduklarının ortaya konulduğu, 
Başbakanlığın, nihayet yargı yerine intikal ettirebileceği söz konusu 
suçlamaların gerçeğe uygunluğu konusunda nihai karar verme gibi bir yetkisinin 
söz konusu olmadığı, Başbakanlığın görevinin doğrudan Başbakana Başbakanlık 
Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan belgedeki suçlamalara dayanak 
oluşturabilecek bilgi ve belgeler varsa konuyu ilgili yasal düzenleme 
çerçevesinde süratle yargı yerine İntikal ettirmekle, suçlamalara dayanak 
oluşturabilecek bilgi ve belgeler yoksa suçlamaların dayanağı olmadığını 
açıklamakla sınırlı olduğu, davalı idarenin, aradan geçen bunca süre içinde 
konuyu yargıya intikal ettirmemesi, söz konusu suçlamalara ilişkin herhangi bir 
dayanak da gösterememesi karşısında, davacı hakkındaki suçlamaların gerçeğe 
uygunluğu herhangi bir şekilde kanıtlanamayan, dayanaktan yoksun soyut iddialar 
olarak kalmış bulunduğu, bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk 
kurallarının uygulanması dışında, kişi haklarının zedelenmiş olmasının, hizmeti 
yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini göstereceği ve tazmin 
sorumluluğunu doğuracağı, olayda, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı 
bünyesinde düzenlenen, yürütülen hizmetin niteliği gereği gizli kalması 
gerekirken basına sızdırılan belgede gerçeğe uygunluğu herhangi bir şekilde 
kanıtlanamayan, davalı idare tarafından hiçbir dayanak gösterilemeyen 
suçlamalara yer verilmek suretiyle devlet kademesinde bulunduğu görevler ve 
hizmetleri nedeniyle kamuoyunda bilinen ve tanınan davacı hakkında kamuoyunda 
bir takım şüphe ve tereddütler uyandırıldığı, bu şekilde davacının kişilik 
haklarının ağır bir biçimde zedelenmesine yol açıldığı, yürütmekle görevli 
olduğu kamu hizmetini kişi haklarının zedelenmesini önleyecek şekilde gerekli 
önlemleri alarak düzenleyemeyen, hizmetin niteliği gereği olan gizliliği 
sağlayamayan davalı idarenin olayda ağır hizmet kusurunun bulunduğu, davalı 
İdarenin açıklanan ağır hizmet kusuru nedeniyle davacının uğradığı manevi 
zararın, manevi tazminatın niteliği de gözönüne alınmak suretiyle tazmini 
gerektiği, manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya 
yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracı olduğu, başka türlü 
giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışt,

manevi 
tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirdiği, olayın gelişimi 
ve sonucu, ilgilinin durumu itibariyle manevi zarara karşılık mahkemece takdir 
edilecek manevi tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye 
yol açmayacak miktarda, fakat idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve 
ağırlığını ifade edecek ölçüde saptanmasının zorunlu bulunduğu, olayda davacı, 
herhangi bir şekilde dayanak gösterilemeyen suçlamalarla karşı karşıya 
bırakıldığı, bu suçlamalardan dolayı kamuoyunda hakkında şüphe ve tereddütler 
doğan davacının, toplumdaki her birey gibi onurlu ve saygın yaşama hakkının ağır 
bir şekilde zedelendiği, davacının kişilik haklarının ağır biçimde saldırıya 
uğramasını, davacının geçmişte ifa ettiği görevin önemini, davalı İdarenin 
olaydaki ağır hizmet kusurunu dikkate alan Kurulumuzca, manevi tazminatın manevi 
tatmin aracı olma niteliği de gözönünde bulundurulmak suretiyle, duyduğu acı ve 
üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi amacıyla takdiren 10.000.000.000.-TL. 
manevi tazminatın davalı idare tarafından davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna 
varıldığı gerekçesiyle 10.000.000.000.-lira manevi tazminatın davalı idareden 
alınıp davacıya verilmesine, takdir edilen tazminat miktarını aşan fazlaya 
ilişkin isteğin ve faiz isteminin reddine karar verilmiştir.
Davalı idare 2.10.2001 günlü, E:1999/1184, 
K:2001/3325 sayılı bu kararı temyiz etmekte ve usul ve süre yönünden kararın 
yerinde olmadığı, esas yönünden raporda davacıya yönelik bir suç atfında 
bulunulmadığı, davacı için yargıya intikal ettirilecek bir konu bulunmayıp, 
rapordaki iddiaların ... hakkında olduğu, fiil İle zarar arasında illiyet 
bağının bulunmadığı, miktarın fahiş olduğu iddialarıyla bozulmasını 
istemektedir.
Dosyanın incelenmesinden, Başbakan'ın 
talimatıyla, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı bünyesinde hazırlanan ve 
"gizli" olduğu davalı idarece de kabul edilen raporun ilgililerin ve kamunun 
bilgisine sunulması amacına matuf böyle bir öneriyi ihtiva etmeksizin ve sadece 
sayın Başbakan'a arzedileceği ibaresiyle dönemin Başbakanına sunulduğu, 
Başbakan'ca bir televizyon programında raporun belli bölümleri açıklanarak 
raporun tartışıldığı, daha sonraki günlerde basında raporun davacıyla ilgili 
kısmına yer verildiği anlaşılmaktadır.
İdarenin ağır hizmet kusuru olarak 
nitelendirilen bu eyleminin, bu konuda idare adına yetki kullanan kamu 
görevlisinin kişisel kusurundan doğduğu da açıktır.
Bir hukuk devletinde, Anayasa'nın ve yasaların 
açık hükmüne karşın; idare adına yetki kullanan görevli tarafından gizlilik 
taşıyan ve açıklanması gerekmeyen bir raporun belli bölümlerinin açıklanması ve 
bu suretle basında yer alması suretiyle sergilenen keyfi bir davranışın sadece 
idareden kaynaklandığını kabul etmek olanaksızdır.
Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; 
memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri 
kusurlardan doğan tazminat davalarının kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve 
kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak İdare aleyhine 
açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verildiği, bu hüküm karşısında, 
hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan ilgili kişi 
veya kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesinin Anayasa hükmü gereği 
olduğu, Anayasanın sözü edilen maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" 
ibaresinin; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar 
nedeniyle idare aleyhine açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, 
idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu 
görevlisinden tahsil etmeyi ifade ettiğinde kuşkuya yer bulunmamaktadır.
Açıklanan bu durum da dikkate alınarak yapılan 
inceleme sonucunda; Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın usul ve hukuka 
uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını 
gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davalı idarenin   temyiz   
isteminin   reddine,   Danıştay   Onuncu   Dairesinin   2.10.2001   günlü,
E:1999/1184, 
K:2001/3325 sayılı kararının yukarıda yapılan açıklama ile ONANMASINA, 20.9.2002 
günü oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
X- Dava, Susurluk raporu olarak bilinen raporun 
başbakanca televizyon programında isim belirtilerek topluma duyurulması 
nedeniyle davacının kişilik haklarında meydana gelen manevi zararın tazmini 
dileğiyle açılmıştır.
Zarara neden olduğu ileri sürülen raporun 
hazırlanış biçiminin, niteliğinin tespiti ve bu raporun topluma sunulmuş şekli 
görevli yargı yerinin ve açılacak davanın niteliğinin belirlenmesi açısından 
Önem arzetmektedir.
Anılan rapor, zamanın başbakanının talimatı ile, 
bizzat başbakanı bilgilendirmek üzere hazırlanıp gizlilik kaydı ile kendisine 
sunulmuş bir rapordur. Başbakanın belli konuda bilgilenmek için hazırlattığı bir 
rapor olduğu, soruşturma raporu fezleke veya teftiş raporu olmadığı, bu raporu 
hazırlayan müfettişlerce önsözde belirtilmiştir. Raporun sadece başbakana bilgi 
sunmak önerilerde bulunmak üzere hazırlandığı doğruluğunun yanlışlığının ve 
eksikliğinin sadece başbakanlık makamınca takdir edileceği de müfettişlerce 
belirtilmiştir.
Bu nitelikteki bir raporun resmi bir rapor 
olmadığı bir ihtiyaç ve zaruretten kaynaklanmadığı Başbakanın takdiri ile onu 
bilgilendirmek üzere hazırlandığı açıktır.
Raporun kamuya açıklanmasına ve davacının 
kişisel haklarının zarara uğratılmasına gelince; Rapor başbakan tarafından özel 
bir televizyon programında karşılıklı konuşma sırasında açıklanmış, resmi 
televizyonda resmi bir haber olarak duyurulmamıştır.
Bütün bu açıklamalar doğrultusunda davacının 
doğduğunu iddia ettiği zararın, başbakanının şahsi ve kişisel kusurundan 
doğduğu, bu raporun açıklanmasının devleti değil bizzat başbakanın şahsını 
sorumluluk altına soktuğu açıktır. Burada başbakanlık görevi bulunmasına rağmen 
yetkili kendi irade ve ihtiyari ile gizli kalması gereken raporu gene bizzat 
kendisi kendi isteği ile topluma açıklamıştır. Başka bir ifade ile ne rapor kamu 
hizmeti gereği hazırlatılmış (çünkü ilgililer hakkında suç duyurusunda dahi 
bulunulmamıştır.) ne de açıklama kamu yararı adına yapılmıştır. Olayda raporu 
açıklayanın şahsi ve kişisel kusurunun bulunduğu açıktır. Bundan doğan zararlara 
karşı adli yargıda ve doğrudan İlgili kişi hasım gösterilerek tazminat davası 
açılması gerekmektedir. Kişisel kusurdan dolayı devletin tazminat ödemesi idare 
hukuku kurallarına uygun değildir. Nitekim Genel Kurulun çoğunluk kararında 
ödenecek
tazminatın ilgili kişiye ödettirilmesi açısından 
bu kişinin kişisel kusuru bulunduğu kabul edilmiştir. Açıklanan nedenlerle 
davanın reddi gerekirken aksine verilen Daire kararının bozulması gerektiği oyu 
ile karara karşıyım.
XX- Çekişmeye konu Başbakanlık Teftiş Kurulu 
raporu ile onun açıklanmasıyla ilgili irade sergilemesi, idari işlemler 
boyutunda gerçekleşen olgulardır- Öncesinde bir idari işlem bulunmaması temel 
koşulunu gerekli kı!an idari eylem kavramını, işlemler sürecinde geçerli /kılmak 
olanaksızdır.
Bu bakımdan 2577 sayılı Yasanın 12. maddesi 
ışığında ele alınması gereken davada sürenin geçirildiği sonucuna varılmaktadır, 
Görülen davaya dayanak alınan televizyon yayımından önce de davacının ve 
kamuoyunun bilgisine ulaştığı anlaşılan raporla ilgili yeni yayınlar idari 
yargıda görülecek olan tam yargı davasının açılışı yönünden geçmiş süreyi
canlandırmayacaktır. 
Kaldı ki, yayınların da yönetsel hizmet kusuru içinde nitelendirilmesi de 
olanaksızdır.
Belirtilen nedenlerle, davantn süre aşımı 
yönünden değerlendirilmesi için tersi yönde verilen kararın bozulması gerektiği 
oyuyla, karara karşıyım.
XXX- Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında, 
"memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri 
kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve 
kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine 
açılabilir." hükmü yer almaktadır. 657 sayılı Yasanın 13. maddesinde de 
kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan 
ötürü, bu görevi yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine 
dava açacakları ve kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkının 
saklı olduğu belirtilmiştir.
Anayasanın 129 ve 657 sayılı Yasanın 13. 
maddesine göre, idarenin kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri 
kusurlardan dolayı ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak, 
sorumluluğu saptanan görevlilerden tahsil etmesi gerekmektedir. Hükmolunan 
tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan görevlilere yasal yollar 
çerçevesinde rücu etmesi Anayasal ve yasal bir zorunluluktur.
Bu durumda, idare aleyhine hükmolunan 
10.000.000.000.-lira manevi tazminatın olayda sorumluluğu bulunan kişi veya 
kişilerden tahsilini sağlamak amacıyla idarece adli yargı yerinde açılacak bir 
davada öncelikle sorumlu veya sorumluların belirlenmesi gerekmektedir.
Bu nedenle idari yargı yerince verilen kararda 
tazminatın sorumlulardan tahsiline ilişkin hüküm bulunması yerinde olmadığından 
kararın bu konuda açıklama konularak onanmasına karşıyım.
 
DANIŞTAY
İdari Dava Daireleri
Genel Kurulu
Esas No: 1998/302
Karar No; 1999/1252
ÖZETİ : Bakanlar Kuruluna 3095 sayılı Kanunla 
tanınan faiz oranlarında artırma yapma yetkisinin kullanılmaması dolayısıyla 
zarar doğduğunun kabul edilemeyeceği ve tazminata hükmedilemeyeceği hk.-DD.103
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı)  : ...
Vekili___________ ı Av. ...
Karşı Taraf (Davalı)   :  Başbakanlık
İstemin Özeti___ :_ Davacının adli yargıda 
açtığı bir tazminat dava
sında hükmedilen tazminata % 30 oranında yasal faiz uygulandığı. 3095 sayılı
Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunun 1.maddesiyle Bakanlar Kuruluna
ekonomik şartların değişmesi durumunda kanunla belirlenen X 30 oranını artırma
yetkisi verilmesine karşın bu yetkinin kullanılmaması nedeniyle daha düşük oran
da faize hükmedılmesi dolayısıyla zarara uğradığını öne sürerek açılan tam yargı
davası sonunda, Danıştay Onuncu Dairesi 15.12.1997 günlü. E:1995/678. K:1997/
5903 sayılı kararıyla; 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanu
nun 1.maddesinde "Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi ge
reken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse faiz ödemesi senelik
yüzde otuz oranında1 yapılır. Bakanlar Kurulu ekonomik şartları dikkate alarak 
bu
oranın yüzde seksenine kadar artırma ve eksiltme yapabilir" kuralının yer aldı
ğı, anılan bu hükümle faiz oranım artırma veya eksiltme konusunda idareye tak
dir yetkisi tanındığı, idarenin bu takdir yetkisini faiz oranım artırma konu
sunda kullanmasını sağlayacak biçimde yargı kararı verilemeyeceği, takdir yetki
sini yasayla belirlenen oram değiştirmemek şeklinde kullanan idarenin bu tasar
rufunun, hukuka aykırılığından bahsedilemeyeceğinden bu tasarrufu nedeniyle taz
min sorumluluğunun söz konusu olamayacağı  gerekçesiyle dava reddedilmişir.
Davacı; takdir yetkisinin hukuka uygun 
kullanılıp kullanılmadığının idari yargı yerince denetlenmesi gerektiği, kanunun 
yürürlüğe girdiği tarihten sonra ekonomik koşullarda ve mevduat faiz oranlarında 
değişmeler olmasına karşın Bakanlar Kurulunun yetkisini kullanmayarak 
ilgililerin zarara uğramasına neden olduğunu öne sürerek anılan kararı temyiz 
etmekte ve bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Danıştay Onuncu Dairesince 
verilen kararın usul. ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne 
sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı 
belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Adnan Zengin'in 
Düşüncesi:  3095 sayılı  Yasa'mn 1.
maddesinde Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret 
Kanunu'na göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tesbit 
edilmemişse faiz Ödemesinin senelik yüzde otuz oranında yapılacağı. Bakanlar 
Kurulu'nun ekonomik şartları dikkate alarak bu oranın yüzde seksenine kadar 
artırma ve eksiltme yapabileceği hükme bağlanmıştır.
3095 sayılı Yasa'mn Türkiye Büyük Millet 
Meclisi'ne sunulan genel gerekçesinde vadeli mevduat faizlerinin yüzde eli i 
ikiye varan oranlarda tesbit edildiği, kanuni faiz ve temerrüt faizinin de 
günün koşullarına uydurulması için düzenlendiği belirtildikten sonra, madde 
gerekçeleri başlıklı bölümde de 1. maddenin gerekçesinde mevduat ve kredi 
faizlerindeki gelişmelerle ahenk sağlama açısından Bakanlar Kuruluna bu oram 
artırıp eksiltme yetkisi tanındığı hususuna yer verilmiştir.
Aktarılan yasa hükmüyle öngörülen, faiz oranını 
artırma ve eksiltme yetkisinin ekonomik şartların dikkate alınarak 
kullanılabileceği kurala bağlanmış olup, yasa gerekçesinde de ölçüt olarak 
mevduat ve kredi faizlerindeki gelişmelerle ahenk sağlama hususuna yer 
verilmiştir.
Yasal düzenleme ile yasa koyucu ekonomik 
düzenlemelerin niteliğini ve enflasyon olgusu nedeniyle istikrarını yitiren 
ekonomik gelişmeleri dikkate alarak yasal faiz ve temerrüt faizinin 
geciktirilmeden belirlenebilmesi için yürütme organını görevlendirmiş ve bu 
görevin gerektirdiği tasarruflarda bulunmak yetkisini vermek suretiyle yasama 
yetkisini bu yolda kullanmıştır.
Davalı idare, faiz oranlarının artırılması veya 
azaltılması konusunda takdir hakkı tanındığı, yargı karan ile takdir yetkisini 
kullanmaya zorlanama-yacağım öne sürmüştür.
İdare, takdir yetkisini, kendisine bu yetkiyi 
veren yasanın amacına uygun olarak kullanmak zorundadır. İdarenin takdir 
yetkisini kullanarak tesis ettiği işlemlerin hukuka uygunluğu denetimi sırasında 
bu yetkinin mevzuatın amacına uygun biçimde kullanılmış olup, olmadığının 
araştırılması da zorunludur. Aksi hal takdir yetkisinin kullanılmasının yargı 
denetimi dışında tutulması sonucunu, bir başka deyişle de yetkinin mutlak olarak 
idareye tanınması sonucunu doğurur ki. bu da hukuk devleti ilkesiyle 
bağdaştırılamaz.
3095 sayılı Yasa'mn yürürlüğe girdiği tarihten 
itibaren enflasyon ve faiz oranlan sürekli olarak yasada belirlenen £30 
oranının üzerinde olduğu bilinen bir olgu olmasına karşın, idare yasada 
öngörülen amaca aykırı olarak hareketsiz kalmıştır.
Buna karşın kamu alacaklarında uygulanan gecikme 
zammı cezai faiz. gecikme faizi oranları ise günün ekonomik koşullarına göre 
yasal düzenlemelerle sürekli değiştirilerek belirlenme yoluna gidilmiştir.
Böylelikle idarenin bireylerden alacaklı olduğu 
durumlarda ekonomik kayba olanak verilmezken; bireyler arasındaki 
uyuşmazlıklarda ve idarenin bireylere, borçlu olduğu durumlarda, hukuki 
sorumluluk yargı kararıyla belirlense bile ortaya çıkan hak ihlalinin 
giderilememesi sonucu doğmaktadır.
Uyuşmazlıkta da davacının açtığı tazminat 
davasında adli yargı yerince zararın yasal faiziyle birlikte tazminine karar 
verilmesi sebebiyle Ödeme tarihine kadar ki süre içinde ortaya çıkan enflasyon 
oranıyla, yasal faiz arasındaki fark kadar zarara uğradığı tartışmasızdır.
İdare, yasayla kendisine verilen görevi 
hareketsiz kalarak yerine getirmediğine, bu hareketsizliği nedeniyle davacının 
zarara uğramasına sebep olduğuna ve bu hareketsizliği de yasanın amacı 
karşısında hizmet kusuru oluşturduğuna göre, uğranılan zararı da ödemekle 
yükümlüdür.
Öte yandan Anayasa Mahkemesinin E:1997/34, 
K:1998/79 sayılı kararıyla. 3095 sayılı Kanunun l.ve 2.maddeleri iptal 
edilmiştir. İptal gerekçesi olarak enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz 
kuru. mevduat faizi, hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit 
yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleştiği, kanunla belirlenen 
X 30 oranının % 80'nine kadar artırılması halinde bile bu kuralın, borçlu 
yararına alacaklı zararına sonuçlar doğurması, ekonomik ve sosyal yaşamı 
olumsuz yönde etkilemesi dolayısıyla hukuk devletine aykırı olduğu 
belirtilmiştir.
Bu itibarla; davanın kabul edilerek davacıya 
adli yargıda hükmedilen tazminatın ödendiği tarihe kadar en yüksek mevduat faiz 
oram ölçüt alınarak (idareye tanınan yetki dolayısıyla X 54 oranını geçmemek 
üzere) davacıya % 30 oranına göre yapılan faiz ödemesiyle yukarıda belirtilen 
şekilde bulunan faiz oram ile hesaplanacak miktarın davacının istemini aşmayacak 
şekilde tazminine karar verilmesi gerekirken, davanın reddine hükmeden temyize 
konu kararın bozulması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı Sinan Yörükoğlu'nun Düşüncesi : 
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü 
Kanununun 49 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında belirtilen nedenlerden 
'hiçbirisine uymayıp Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın dayandığı hukuki 
ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte 
görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle 
daire kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Genel 
Kurulunca gereği görüşüldü.
3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine 
İlişkin Kanunun 1.maddesinde Bakanlar Kuruluna verilen yasal faiz oranım 
değiştirme yetkisinin kullanılmaması nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zararın 
tazmini istemiyle açılan dava sonunda. Danıştay Onuncu Dairesince verilen ve 
davanın reddine ilişkin bulunan 15.12.1997 günlü. E:1995/678. K:1997/5903 sayılı 
kararı, davacı temyiz etmekte ve bozulmasını  istemektedir.
Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın 
incelenmesinden; Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun 
bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını 
gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından davacının temyiz isteminin 
reddine, Danıştay Onuncu Dairesinin 15.12.1997 günlü. E:1995/678. K-.1997/5903 
sayılı kararının onanmasına. 17.12. 1999 günü oybirliği  ile karar verildi.
 
DANIŞTAY
İdari Dava Daireleri
Genel Kurulu
Esas    No:  1999/996
Karar No: 2000/1038
ÖZETİ : İdari eylem veya işlemlerden doğan 
zararın tazmini istemiyle açılan davalarda zararın tutarının kesin olarak 
belirlenmesi ve tazminata hükmedilecekse belirlenen gerçek zararın tazminine 
hükmedilmesinin gerektiği hk.-DD.105
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı)      :   ...  
Fabrikaları A.Ş.
Veki 1 i________ ı Av.   ...
Karşı Taraf (Davacı)  :   ...
Vekili_________ ^ Av.   ...
İstemin Özeti__ j_ Ankara 4. İdare Mahkemesince, 
Danıştay Onuncu Dai
resinin 21.12.1998 günlü, E:1996/9568. K:1998/6870 sayılı bozma kararına uyulma
yarak ilk kararında ısrarına ilişkin olarak verilen 29.6.1999 günlü, E:1999/513.
K:1999/698 sayılı karan, davalı idare temyiz etmekte ve bozulmasını istemekte
dir.
Savunmanın Özeti____ :_ Temyiz dilekçesine yanıt 
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Adnan Zengin'in 
Düşüncesi: Temyiz isteminin kabulü ile idare mahkemesi ısrar kararının Danıştay 
Onuncu Dairesi kararı doğrultusunda bozulması gerektiği düşünülmüştür.
Damştay Savcısı Sevim Göle'nin Düşüncesi : 
Davalı kurumda çalışırken re'sen emekliye sevkedilen davacının, bu işlemin 
Ankara 2.İdare Mahkemesince iptali sonucu tekrar görevine başlatılması üzerine, 
açıkta geçen süre içinde alamadığı aylık ve diğer özlük haklarının yasal 
faiziyle ödenmesine ilişkin mahkeme kararının bozulmasına ilişkin Damştay 
10'uncu Dairesinin 21.12.1998 günlü K:98/ 6870 sayılı kararı üzerine Ankara 
4,İdare Mahkemesinin verdiği 29.6.1999 günlü K:1999/698 sajali; ısrar kararının 
temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Davacının tazminini istediği aylık ve diğer 
özlük" haklan tutarlarının davalı idareden araştırılarak saptanmasından sonra 
belirlenen miktara hükmedil-mesi gerekeceğinden. Danıştay'ın bozma kararında 
yasal isabetsizlik bulunmamak-tadır.
Açıklanan nedenlerle davalı idarenin teinyiz 
isteminin kabulüyle ısrar kararının bozulması gerekeceği düş
TÜRK 
MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Genel 
Kurulunca gereği görüşüldü:
Türkiye ... Fabrikaları A.Ş.'nde çalışmakta iken 
re'sen emekliye sevkedi-len davacının bu işlemin idari yargı merciince iptal 
edilmesi üzerine tekrar göreve başlatılmasından sonra açıkta geçirdiği süre 
içindeki aylık ve diğer özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine 
hükmedilmesi istemiyle dava açılmıştır.
Ankara 4. İdare Mahkemesi 22.12.1994 günlü. 
E:İ994/10, K:1994/2193 sayılı kararıyla: hukuka aykırılığı idari yargı kararıyla 
saptanan re'sen emekli edilme işleminden doğan zararların tazmininin zorunlu 
olduğu gerekçesiyle davacının açıkta geçen süreye ilişkin maaş ve parasal 
haklarının dava konusu işlemin tesis edildiği tarihten itibaren (aylık ödeme 
dönemleri dikkate alınmak suretiyle) yürütülecek yasal faiziyle birlikte 
davacıya ödenmesine karar vermiştir.
Bu karar temyiz incelemesi sonunda, Danıştay 
Onuncu Dairesinin 21.12.1998 günlü. £:1996/9568. K:1998/6870 sayılı kararıyla; 
tam yargı davalarında maddi tazminatın idarenin belli bir eyleminden veya 
işleminden dolayı kişilerin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi önlemeye 
yönelik olması nedeniyle, uğranılan aylık ve özlük hakkı kaybının tazmini 
istemiyle açılan davalarda zararın nelerden meydana geldiğinin ve tutarının 
mahkemece araştırılması ve saptanacak gerçek zararın tazminine karar 
verilmesinin gerektiği, ancak mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmadan eksik 
incelemeye dayalı olarak karar verilmesinde hukuki isabet bulunmadığı 
gerekçesiyle bozulmuştur.
Ankara 4. İdare Mahkemesince bozma kararına 
uyulmayarak ilk kararında ısrarına ilişkin olarak verilen 29.6.1999 günlü. 
E:1999/513. K:1999/698 sayılı karan, davalı idare temyiz etmekte ve bozulmasını 
istemektedir.
Danıştay Onuncu Dairesi kararında belirtildiği 
gibi. idari eylem veya işlemlerden doğan zararın tazmini istemiyle açılan 
davalarda zararın tutarının kesin olarak belirlenmesi ve tazminata 
hükmedi1ecekse belirlenen gerçek zararın tazminine hükmedılmesi gerekmektedir.
Öte yandan idare mahkemesi ısrar kararını 
verirken Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun E:1983/l. K:1983/10 sayılı 
kararında, kamu görevlilerine ait mevzuaattan doğan uyuşmazlıklarda idari 
işlemin neden olduğu zararın miktarının tespitinin mümkün olmadığı hallerde 
dava dilekçesinde miktar gösterilmeden tam yargı davası açılabileceğinin karara 
bağlanmış olduğunu da gerekçesine eklemiş ise de: anılan içtihadı birleştirme 
karan kamu görevlilerine ilişkin mevzuattan doğan uyuşmazlıklarda idari işlem 
nedeniyle uğranılan ve dava açıldığında devam etmekte olduğu için zarar miktarı 
kesin olarak belirlenemeyen davaları kapsamakta olup. bakılan uyuşmazlıkta ise 
davanın açıldığı tarih itibariyle davacının uğradığı zararın mahkemece kesin 
olarak belirlenmesi olanaklı olduğundan, bu yoldaki gerekçeye itibar 
edilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle: davalı idarenin temyiz 
isteminin kabulü ile Ankara 4. İdare Mahkemesinin 29.6.1999 günlü. E:1999/513, 
K:1999/698 sayılı kararının Danıştay Onuncu Dairesi karan doğrultusunda 
bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Ankara 4. İdare 
Mahkemesine gönderilmesine 27.10.2000 günü oyçokluğu ile karar verildi.
ünülmüştür. KARŞI       OY
Temyiz dilekçesinde ileri sürülen hususlar. 
Ankara 4. İdare Mahkemesinin 29.6.1999 günlü, E:1999/513. K:1999/698 sayılı 
ısrar kararının bozulmasını gerektirecek niteli içte cIma£ft.ğ.iTidan, temyiz 
isteminin reddi gerektiği oyuyla, .karara karşıyız.
T,C.
DANIŞTAY 
İdari Dava Daireleri 
Genel Kurulu
Esas No : 2002/716 
Karar No ; 2003/91
Özeti : Davacının kulak zarının delik olduğu 
doktor tarafından bilindiği halde, tedavide kullanılan ilacın yan etkilerinin 
daha fazla olabileceğinin kendisine bildirilmemesi ve böylece hizmetten 
yararlanmama hakkının tanınmaması, riskin azaltılabilmesi için ilaç dozunu 
ayarlamada gerekli özenin gösterilmemesinin ağır hizmet kusurunu oluşturduğu 
hk.-DKD.2
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı): ... 
Üniversitesi Rektörlüğü
Vekili                     : Av. ...
Karşı Taraf (Davacı) : ...
Vekilleri                : Av. ..., Av. ...
İstemin Özeti : Bursa 1. İdare Mahkemesince 
verilen 10.1.2002 günlü, E:2001/1664, K:2002/ll sayılı ısrar kararına karşı 
davalı idare temyiz isteminde bulunmakta ve bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi ile 
ısrar kararının onanması gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi Emin Sınmaz'ın Düşüncesi 
: Bursa 1. İdare Mahkemesince verilen ısrar kararının Danıştay Onuncu Dairesinin 
bozma kararı doğrultusunda bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Bilgin Arısan'ın Düşüncesi: 
Davacının, hatalı teşhis ve tedavi sonucu sol kulağının tamamen sağırlaştığını 
öne sürerek uğradığı üzüntüye karşılık bir miiyar lira manevi tazminat talebiyle 
açtığı davayı kabul eden Bursa 1. İdare Mahkemesi kararım bozan Danıştay Onuncu 
Dairesi kararına uymayarak ilk kararında ısrar eden Bursa 1, İdare Mahkemesi 
kararının temyizen incelenerek bozulması talep edilmektedir.
Dava dosyasında mevcut belgelerden .......  Tıp 
Fakültesince 1990 yılında yapılan
muayenede kulak zarında delinme teşhis edilen, 
27.5.1995 tarihinde ...'da bir uzman doktor tarafından aynı teşhis konulan ve 
kulağında 
imar hukukcusu
 
Copyright © Imar Hukukcusu Tüm hakları saklıdır.
Yayınlanma:: 2007-06-06 (2391 okuma)
[ Geri Dön ]
		  | 
	
	
		  | 
		  | 
		  |