Adil Yargılanma hakkı ile ilgili danıştay kararı.
Tarih: 27.08.2007 Saat: 14:27
Konu:


Ülkemizce kabul edilen Uluslararası sözleşmeler içhukukta da uygulanacak. (Davacıya isnad edilen fiillerin ve bu fiillerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğünün hangi maddeleri kapsamına girdiği tek tek belirtilmeden verilen cezada hukuka uyarlık bulunmamaktadır.)

Yeni Sayfa 1

Disiplin cezaları, kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı eylemlerine karşı düzenlenen idari yaptırımlardır. Kamu hizmetlerinden sürekli uzaklaştırılabilmek gibi ağır sonuçlara uzanan disiplin cezaları, ağırlığı ve önemi sebebiyle Anayasanın 38. maddesindeki suç ve cezalara ilişkin kurallara tabi tutulmuşlardır.

Anayasa Mahkemesi birçok kararında disiplin cezalarını Anayasanın 38. maddesinde yer alan "suç ve cezalara ilişkin genel esaslar" kapsamında değerlendirmiştir.Anayasa Mahkemesi 19.4.1988 günlü,E:1987/16,K:1988/8 sayılı kararında; yönetsel yaptırımların yönetimin karar ve işlemlerinin denetiminin zorunlu olanlarından olduğunu,suç ve cezaların Anayasaya uygun olarak yasayla konulabileceği,..."Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesi uyarınca bir hukuk devletinde,ceza yaptırımına bağlanan her eylemin tanımının yapılması ve suçların kesin bir şekilde ortaya konulması gerektiği,anılan ilkenin özünün yasanın ne tür eylemleri yasakladığının hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirtmesi ve buna göre cezasının da yasayla saptanmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'de, bir disiplin soruşturması sonucunda hapis cezası, diğer bir deyişle ciddi bir biçimde kişi özgürlüğünün kaybını içeren bir ceza verilme ihtimali varsa, bu durumun "hukuk devletini tanıyan bir toplumda" isnadın ceza hukuku anlamında bir suç olduğunu gösterdiğini vurgulamıştır. (Engel, Hollanda) Ceza davalarında adil yargılama hakkına ilişkin olarak uygulanan birçok ilke ve kuralın, disiplin cezalarına karşı açılan davalarda da uygulanması gerekmektedir.

Adil yargılama hakkı, temel insan haklarından biri olması dolayısıyla 1948 yılında dünya devletlerince kabul edilen ve bir başlangıç teşkil eden İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde tanınmış ve uygulanabilir evrensel bir ilke olarak kendine yer bulmuştur. 1948'den bu yana uluslararası bir gelenek haline gelmiş olan bu hak, takip eden yıllarda Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerle yaygınlık kazanmıştır.

Çeşitli sözleşmelerle zamanla ayrıntılı düzenlemelere gidilen, bağlılığı artan bu hak, ulusal alanlarda da etkisini göstermiş ve devletlerin bu yapı içinde muhakemenin ulusal yasalara uygun olup olmadığı, ulusal yasaların uluslararası adil yargılanma güvenceleriyle uyumlu olup olmadığı ve yasaların uygulanma biçiminin uluslararası standartlara aykırılık taşıyıp taşımadığı noktalarında yasaların uluslararası uzlaşmaya uyumlaştırma çabalarını getirmiştir.

Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma hakkı birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün temelini oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.

Kişinin karşılaştığı bir suçlamaya karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir eylem veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanmak ve bu davada kullanabilecek kanıtları mahkeme önüne getirebilmektir. Bu kural "adil yargılama hakkı"nın temelini oluşturmaktadır.

Türkiye'de adil yargılanma hakkının içerdiği pek çok ilke ve hak, Anayasa'nın 36, 38, 125, 138 ve 142. maddesinde yer almasına rağmen, 2001 yılında Anayasa'da yapılan değişiklikle kavram olarak 36. maddede yer verilmek suretiyle Anayasa'nın bir parçası haline getirilmiştir.

Anayasa'nın 90. maddesinin, "usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz" biçimindeki son fıkrasına "usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır." cümlesinin eklenmesi nedeniyle "hak arama özgürlüğü" açısından bu konunun değerlendirilmesi gerekmektedir. Uluslararası Sözleşmelerin Türk hukukundaki yerini doğrudan doğruya düzenleyen hüküm Anayasa'nın 90. maddesinin yukarıda yer verilen son fıkrasıdır. Bu hükümle birlikte, Anayasanın 15, 16, 42 ve 92. maddelerinde de uluslararası hukuka, dolayısıyla uluslararası sözleşmelere göndermede bulunulmuştur.

Anayasanın yukarıda yer verilen hükümleri ile uluslararası hukuk kuralları, dolayısıyla sözleşmeler ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Bu maddelerde belirtilen konulara ilişkin kurallar getiren sözleşme hükümlerini garanti altına alarak bunlara anayasal bir değer yüklenmiştir.

Uluslararası sözleşmelerin iç hukukta geçerliliği ve Anayasa'da önceden de yer alan düzenlemeler ile ilgili bu açıklamalardan sonra son Anayasa değişiklikleri ile yeni oluşan hukuksal durum ve iç hukuk kurallarına etkisi üzerinde değerlendirmede bulunulması şarttır.

Yasa koyucu temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklar demek suretiyle yargı yetkisini Türk milleti adına kullanan "adli, idari ve askeri yargı" yerleri ile birlikte yasama ve yürütme organının da yeni kural çerçevesinde hareket etmeleri gerektiğini belirtmiştir.

Yargı yetkisini kullanan mahkemelerin yetkilerinin kullanımı ile ilgili düzenlemeler Anayasa'nın 9. ve 138. maddelerinde yer almaktadır. Anayasanın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı, 138. maddesinde de, yargıçların görevlerinde bağımsız olduklarını, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceklerini, hiçbir organ, makam, merci ve kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceklerini ve genelge gönderemeyeceklerini, tavsiye ve telkinde bulunulamayacağını kesin bir dille kurala bağlamaktadır.

Anayasanın 138. maddesinde yer alan "hukuka" uygun karar vermenin iç hukuk yanında uluslararası hukuk da dahil olarak anlamak gerekir. Ulusal üstü hukuk herhangi bir şekilde ulusal hukuka dahil olmuşsa yargı yetkisini kullanan hakimlerin bunu göz önünde bulundurması zorunludur.

Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin III. Bölümünde yer alan "Adil yargılama hakkı" başlıklı 14. maddesinde; herkesin mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşit oldukları, herkesin hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.

Sözleşmenin yukarıda yer verilen maddesi ile "hak arama özgürlüğü" güvenceye alınmıştır. Temel insan haklarından olan bu hakkın kullanılabilmesi için hiçbir kısıtlamaya tabi olmaması gerekir. Mahkemeye etkili olarak başvurabilme ve sav ve savunma hakkını kullanabilme yönünde engel teşkil eden tüm işlem ve uygulamaların Sözleşme'ye de aykırı olacağı tartışmasızdır. Adil yargılanma hakkının tam ve koşulsuz gerçekleşmesi, sav ve savunma hakkının etkin kullanabilmesinin güvenceye alınması konularında sınırsız hükümler içermesi nedeniyle birçok ulusal ve uluslararası kurallara göre ileri durumda bulunan Sözleşmenin uyuşmazlıkların çözümünde uygulanması çağdaş hukuk anlayışının doğal bir sonucudur.

Dolayısıyla, davacıya verilen disiplin cezalarının dayanağı olarak gösterilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nde yer alan hangi disiplin suçu kapsamında olduğu ve bu maddeler uyarınca cezalandırılmaları gerektiğine yönelik olarak soruşturmacı tarafından bir belirlemede bulunulmadan ceza teklifinde bulunulması ve Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nca da teklif doğrultusunda ceza verilmiş olması nedeniyle, davacının işlediği iddia edilen eylemlerinin karşılığında haklılığını ortaya koyabilecek, disiplin suçunu işlemediğini kanıtlayacak, eylemlerinin karşılığında verilen cezaların eylemle örtüşmediğini ortaya koyacak savunma hakkından yoksun bırakılması, davacının "Hak arama özgürlüğü"'nü kullanırken "Adil yargılanma hakkı"ndan yoksun bırakmaktadır. Davacının bu haktan yoksun bırakılması Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 14. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "adil yargılama" ile ilgili genel kuralı koyan 6. maddesinin birinci fıkrasında, bu kavramı oluşturan hak ve ilkelerin bir kısmı açıkça sayılmıştır. Bunlar; yargılamanın kanunla kurulan bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde, makul sürede, açık ve hakkaniyete uygun olarak yapılmasıdır.Öte yandan,hakkaniyete uygun yargılama kavramından yola çıkılarak başka pek çok ilke ve hak da belirlenmiştir. Örneğin, silahların eşitliği, çelişmeli yargılama, gerekçeli karar bunlar arasında sayılabilir.

Çelişmeli yargılama ilkesi, dava sırasında mahkemenin kararını etkilemek amacıyla sunulan delil veya mütalaalar ya da görüşlerin her biri hakkında bilgi sahibi olma ve bunlar hakkında yorum yapma imkânının taraflara tanınması olarak özetlenebilir.

Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilgilidir. Bu iki ilke Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında birbirini tamamlar nitelikte kullanılmaktadır. Çünkü çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki dengeyi bozabilmektedir.

Çelişmeli yargılama, davanın karşı tarafının sunduğu delil veya dosyada bulunan her türlü mütalaa veya görüşten tarafların haberdar olması ve yorum yapabilme imkânına sahip olması demektir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ruiz-Mateos (İspanya) kararında çelişmeli yargılama ilkesini şöyle tanımlamaktadır: "Çelişmeli yargılama, tarafların, diğer tarafça sunulan delil veya dosyada yer alan mütalaalar hakkında, bilgi sahibi olma ve bunlar hakkında yorum yapma imkanına sahip olması demektir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 466 sayılı Yasaya dayanarak tazminat istemiyle dava açan Mehmet Göç isimli kişinin; Yargıtay Başsavcısının esas hakkındaki mütalaasının kendisine gönderilmediğinden ve tazminat talebiyle ilgili olarak duruşma hakkından yoksun bırakıldığı iddiasıyla yaptığı başvuru sonucunda verdiği kararında (Göç, Türkiye); başvurucunun milli mahkemeler önünde duruşma hakkına sahip olmadığı dikkate alındığında, mütalaanın tebliğinin zorunlu hale geldiğini, Cumhuriyet Başsavcısının Yargıtay'a sunduğu mütalaanın başvurucuya tebliğ edilmemesinin Sözleşmenin 6/1. maddesini ihlal ettiği kanaatine varmıştır.

Olayda, davacının soruşturma raporunda hakkında isnat edilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün hangi maddelerini ihlal ettiği açık bir şekilde ortaya konulmadan disiplin cezaları ile cezalandırılmasına karşın, davacının varsayıma dayalı suçlamaya karşın haklılığını kanıtlayabilmek için delillerden hareketle dava hakkını kullanmasının engellenmiş olması "Silahların eşitliği" ve "Çelişmeli yargılama" ilkelerine aykırıdır.

Davanın,"Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı" ilkesine uygunluğu yönünden yapılacak değerlendirmelere gelince; Anayasa'nın "Mahkemelerin Bağımsızlığı" başlıklı 138. maddesinde, hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. " hükmüne yer verilmiştir.

Hâkimlerin görevlerini bağımsız olarak yapabilmeleri ve Anayasa'ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirken hak kaybına neden olabilecek, adalet duygusunu zedeleyen, hak arama özgürlüğünü engelleyen, adalet terazisinde hak açısından her zaman eşit olması gereken davacı ile davalı arasında adil yargılama hakkına ters düşen varsayımlardan hareketle tesis edilen işlemler üzerinden yargılama sürecini yürüterek karar vermek zorunda bırakılmamaları gerekir. Hukuk devletinde mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin bir yansıması da böyle gerçekleşmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin 1.fıkrasında temel bir kural vardır. Bu kurala göre, "her şahıs... bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının... dinlenmesini istemek hakkına haizdir.", Bu kurala göre, herkesin davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun olarak görülebilmesi için, hakkında isnad edilen eylemlerin hangi kuralları ihlal ettiği açık bir şekilde ortaya konulmalı,mahkemelerin de yargılama sürecinde,davacı ve davalının ileri sürdükleri sav ve savunmaları üzerinden hakkaniyete uygun karar vermeleri gerekir.Varsayıma dayalı olarak idari yargıda hak arayan davacının yargılamasının eldeki delillere göre "mahkemelerin bağımsızlığı" ilkesine uygun bir şekilde değerlendirilmesi olanağı bulunmamaktadır.

Bu durumda, davacı hakkında isnad edilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün ilgili görülen maddeleri uyarınca değerlendirilerek birbiri ile örtüşecek şekilde disiplin cezası teklifinde bulunulmaması ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nce de aynı doğrultuda disiplin cezası verilmiş olduğu gözetildiğinde, davacının varsayıma dayalı cezalandırmaya karşı açtığı davasında hakkaniyete uygun bir yargılama yapılamayacağından,"Hak arama özgürlüğü", "Adil Yargılanma hakkı", "Mahkemelerin bağımsızlığı", "Silahların eşitliği" ve "Çelişmeli yargılama" ilkeleri uyarınca, idarenin yerine geçerek davacı hakkında isnad edilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün hangi maddesi kapsamında kaldığına yönelik değerlendirmelerden sonra davacının disiplin suçu işlediği kanaatine varılarak davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının bozulması gerekeceği düşünülmektedir…

Türk Milleti Adına

Davacı, geniş kapsamlı soruşturmada tüm delillerin toplanmadığını, savunma hakkının kısıtlandığını, aynı eylem nedeniyle adli yargıda açılan ceza davası sonuçlanmadan disiplin cezası verildiğini, İdare Mahkemesinin kararını soruşturmacının ifadesine dayandırdığını, kurumda çalışan personel sayısından daha fazla kişinin disiplin cezası ile cezalandırılmasının hukuk kuralları ile bağdaşmadığını, Mahkemenin fiillerin değerlendirmesini yaparken varsayımdan hareket ettiğini, son altı yıllık sicil notu ortalamasının 90 ve üzeri olduğu halde Tüzüğün 15. maddesinin uygulanmamasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma hakkı birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün temelini oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.

Kişinin karşılaştığı bir suçlamaya karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir eylem veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanmak ve bu davada kullanılabilecek kanıtları mahkeme önüne getirebilme olanağına sahip olması gerekmektedir.

Disiplin cezası ile cezalandırılan kamu görevlisinin disiplin suçu oluşturan eylemi açık bir şekilde belirlenmeli, disiplin suçu oluşturan bu eyleminin hangi disiplin kurallarını ihlal ettiği ortaya konulmalıdır. Aksi halde, kamu görevlileri isnad edilen eylemleri gerçekleştirmediklerini, dolayısıyla disiplin suçunu işlemediklerini kanıtlayamayacakları gibi,bu uyuşmazlıklara karşı açılan davalarda yapılacak hukuki nitelendirmeler de hakkaniyete uygun olmayacaktır....

Davacıya verilen disiplin cezalarının dayanağı olarak gösterilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nde yer alan hangi disiplin suçu kapsamında olduğu ve bu maddeler uyarınca cezalandırılmaları gerektiğine yönelik olarak soruşturmacı tarafından bir belirlemede bulunulmadan ceza teklifinde bulunulması ve Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nca da teklif doğrultusunda ceza verilmiş olması nedeniyle, davacının işlediği iddia edilen eylemlerinin karşılığında haklılığını ortaya koyabilecek, disiplin suçunu işlemediğini kanıtlayacak, eylemlerinin karşılığında verilen cezaların eylemle örtüşmediğini ortaya koyacak savunma hakkından yoksun bırakılmış olması ve disiplin cezasının hukuka uygunluk denetimini yerine getirecek yargı yerinin hakkaniyete uygun etkin bir şekilde bu denetimi yerine getirmesi imkanının ortadan kaldırılmış olması hususları birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde, davacının işlediği iddia edilen fiillerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün ilgili maddeleri kapsamında disiplin suçu oluşturduğu kanaatine varılarak davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.







Bu haberin geldigi yer: Imar Hukukcusu
http://www.imarhukukcusu.com

Bu haber icin adres:
http://www.imarhukukcusu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=745