Yeni Sayfa 10
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Deniz
BAYKAL, Önder SAV ve 134 milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü’nün 121. maddesinin birinci fıkrasındaki “Anayasanın 102 nci maddesi
hükümlere göre” ibaresini eylemli olarak değiştiren Türkiye Büyük Millet Meclisi
kararının, bu karara dayalı uygulamanın ve bu uygulamanın ayrılmaz parçası olan
11. Cumhurbaşkanı’nın seçimine ilişkin 27.4.2007 günlü ilk oylamanın Anayasa’nın
96. ve 102. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve iptal kararı yürürlüğe
girinceye kadar bu uygulama ile oluşan içtüzük hükmünün yürürlüğünün
durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
Yeni Sayfa 9
VI - SONUÇ
Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin eylemli içtüzük değişikliği niteliğinde olan 27.4.2007 günlü, 96.
birleşiminde alınan 11. Cumhurbaşkanı’nın seçiminde gözetilmesi gereken toplantı
yeter sayısı ile ilgili kararının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Haşim
KILIÇ ile Sacit ADALI’nın karşıoyları ve OYÇOKLU?UYLA, 1.5.2007 gününde karar
verildi.
Başkan
Tülay TU?CU
Başkanvekili
Haşim KILIÇ
Üye
Sacit ADALI
Üye
Fulya KANTARCIO?LU
Üye
Ahmet AKYALÇIN
Üye
Mehmet ERTEN
Üye
A. Necmi ÖZLER
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
?evket APALAK
Üye
Serruh KALELİ
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
KAR?I OY
Dava, 27.4.2007 günlü 11. Cumhurbaşkanı seçiminin
eylemli İçtüzük değişikliği niteliğinde olan ilk oylamasının dayanağını
oluşturan TBMM kararının Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek iptali istemiyle
açılmıştır.
Tüm kamu kurumu ve kuruluşlarının görev ve
yetkilerinin kaynağının Anayasa olduğu ve kaynağını Anayasa’dan almayan bir
yetkinin kullanılamayacağı hukuk devletinin önemli ilkelerindendir. Bu ilke
çerçevesinde Anayasa Mahkemesi’nin “Görev ve yetkileri” Anayasa’nın 148.
maddesinin birinci fıkrasında belirtilmiştir. Buna göre “Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu
denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve
denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan
kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı
iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.”
Yine Anayasa’nın 85. maddesinde, “Yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine 84 üncü
maddenin birinci, üçüncü veya dördüncü fıkralarına göre karar verilmiş olması
hallerinde, Meclis Genel Kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün
içerisinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya,
kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine
başvurabilir. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin
karara bağlar.” biçiminde ayrık bir hüküm
öngörülmüştür.
Anılan hükümlerden de anlaşılacağı gibi, Anayasa’nın
85. maddesinde sözü edilen yasama dokunmazlığının kaldırılmasına veya üyeliğin
düşmesine ilişkin ayrık kural dışında, Anayasa’da TBMM “kararlarını” anayasal
yargı denetimine tabi tutan, dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’ne bu alanda görev
veren açık bir düzenleme yoktur.
Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik kararlarında
benimsendiği gibi, Yasama Meclisi’nce Anayasa’da öngörülenler dışındaki adlar
altında ve başka yöntemler uygulanarak oluşturulan işlemlerin Anayasa
Mahkemesi’nin denetimine bağlı olup olmadığı saptanırken, uygulanan yöntem kadar
o metin veya belgenin içeriğinin niteliği üzerinde de durulup değer ve etkisinin
belirlenmesi gerekir.
Bu açıdan yapılan değerlendirme, söz konusu metin ve
belgenin, Anayasa’ca denetime bağlı tutulan işlemlerle eşdeğerde ve etkinlikte
olduğunu ortaya koyuyorsa, onun da denetime bağlı tutulması gerekir.
Bu durumda, Anayasa Mahkemesi’nin bu davada görevli
olup olmadığının belirlenmesi için, Anayasa’ya uygunluk denetiminden geçirilmesi
istenen Türkiye Büyük Millet Meclisi kararının dava dilekçesinde iddia edildiği
gibi bir İçtüzük değişikliği niteliğinde olup olmadığının saptanması gereklidir.
Anayasa’nın 95. maddesinin birinci fıkrasında,
“Türkiye Büyük Millet Meclisi, çalışmalarını kendi yaptığı İçtüzük hükümlerine
göre yürütür.” denilmektedir.
Yine Anayasa’nın 95. maddesinde, Türkiye Büyük Millet
Meclisi çalışmalarının, kendi yaptığı İçtüzük hükümlerine göre yürütüleceği
belirtilmiş, TBMM İçtüzüğü’nün 181. maddesinde de İçtüzük değişikliği
yapılmasında izlenecek özel yöntem gösterilmiştir.
Bu yöntem dışında ancak İçtüzükte veya Anayasa’da
hüküm bulunmaması nedeniyle ve hemen çözüm bekleyen bir sorunun halli amacıyla
alınan ve yeni bir hüküm getiren Meclis kararlarının içeriği itibariyle ihdası
bir İçtüzük değişikliği olarak kabulü mümkünse de İçtüzükte veya Anayasa’da
hüküm bulunması ve Meclis kararı ile bu hükme uyulmamış olması hali İçtüzük
değişikliği değil, İçtüzüğe ya da Anayasa’ya aykırı Meclis kararı olur ve
İçtüzük değişikliği anlamına gelmez. Aksi düşünce Anayasa’ya aykırı olarak
düzenlenen yasaların eylemli Anayasa değişikliği olarak nitelendirilmesine de
olanak sağlar.
İçtüzüğe veya Anayasa’ya aykırı Meclis kararlarının
denetimsiz kalması kuşkusuz istenemez. Ancak Anayasa, İçtüzüğe aykırı durumun
denetimini öngörmemiştir ve Anayasa Mahkemesi’ni de görevlendirmemiştir. Böylece
Anayasa, yasamanın parlamenter rejimin kendi iç işleyişi içinde kendini
denetlemesini, erkler ayrımına daha uygun görmüştür. Belirtilen nedenle bu tür
kararlara bir takım isimler-sıfatlar yakıştırmak suretiyle denetime tabi
tutulması yoluna gidilemeyeceği düşünülmektedir.
İptali istenen TBMM kararında, İçtüzüğün
değiştirilmesi yönünde prosedüre uygun bir teklif, istem veya irade bulunmadığı
gibi, içeriği de gözetildiğinde kararın ihdası olmayıp İçtüzüğe ve Anayasa’ya
aykırılığının ileri sürüldüğü, bir İçtüzük düzenlenmesi veya değişikliği olarak
kabulü ile anayasal denetime tabi kılınması mümkün olmadığı görülmektedir.
Belirtilen nedenlerle, Anayasa Mahkemesi’nin görev
alanına girmeyen davanın esasa girilmeksizin ilk inceleme aşamasında görev
yönünden reddi gerektiği görüşündeyim. Ancak bu görüşüm kabul edilmeyerek esasa
geçildiğinde esasla ilgili görüşlerim çoğunluk gerekçesinde belirtilmiştir.
Başkan
Tülay TU?CU
KAR?IOY
A - Genel Değerlendirme
Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı’nın
seçimine ilişkin sorunun Anayasa Mahkemesi’ne intikal etmesinden sonra karar
sürecinde yargıçların karşı karşıya bulunduğu durumu tesbit etmek zorunluluğu
duyulmuştur. Zira yargıçların karar ya da karşıoylarında yazdıkları dışında
düşündüklerini kamuoyu ile paylaşma olanağı bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 138. maddesinin birinci
ve ikinci fıkralarında aynen “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm
verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi,
yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat
veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
denilmektedir.
Anayasa’nın bu maddeleri ile
yargıçların vicdani kanaatleri tam olarak güvence altına alınmak suretiyle
hiçbir organ, kişi veya merciin bunu etkilemesine imkan verilmemesi
amaçlanmıştır. Anayasa’nın öngördüğü bu sorumluluğun, en sade vatandaştan makamı
ve rütbesi ne olursa olsun herkesin gereğini yerine getirme zorunluluğu vardır.
Ne yazık ki bu zorunluluğa rağmen karar öncesi kimi kişi, kurum ve merciilerin
mahkemeyi etkilemeye dönük söylem ve davranışlarını onaylamak mümkün değildir.
Mahkeme’nin kendi istekleri
doğrultusunda karar vermemesi halinde ülkenin bir iç çatışmaya sürükleneceği
biçimindeki ifadeler, yargıcın vicdani kanaatinin oluşmasını doğrudan hedef alan
bir eylem biçimidir. Anayasa’nın 138. maddesi açıktır. Bu sorumluluğa karşın,
çatışma çıkacağı tehdidi ya da ülkeyi koruma adına yapılan açıklamalar oluşacak
karara dönüktür. Sonucun kamu vicdanında tereddüt uyandırmasına neden olabilecek
bu ve buna benzer davranışlar ve söylemler demokratik hukuk devletinde
onaylanması mümkün olmayan sorumsuzluklardır.
Hukuku korumaya yönelik bu düşünceler
sadece tarihe not düşmek üzere yazılmıştır.
B - Dava Konusu Kararın
Değerlendirilmesi
TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesinin
birinci fıkrasındaki “Anayasanın 102. maddesindeki hükümlerine göre” ibaresini
eylemli olarak değiştirilen TBMM kararının ve bu karara dayalı uygulamanın, bu
uygulamanın ayrılmaz parçası olan 11. Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin 27.4.2007
günlü ilk oylamanın iptali ve yürürlüğünün durdurulması istenmiştir.
1 - Sözkonusu TBMM kararının bir
İçtüzük değişikliği niteliğinde olup olmadığı;
Anayasa Mahkemesi, TBMM’nin çalışma
biçimini düzenleyen İçtüzük değişikliklerini bugüne kadar iki ana eksen
etrafında incelemiştir. TBMM’ce yapılan uygulamanın,
-İhdası nitelikte yeni bir İçtüzük
kuralı oluşturması
-Mevcut İçtüzük kuralını değiştirmesi
Parlamento kararı ile eylemli olarak
yeni bir İçtüzük kuralı oluşturulması (ihdas) Anayasa Mahkemesi’nin denetim
alanına girer nitelikte görüldüğünden anayasal denetim yapılagelmiştir. Kararla
oluşturulan eylemli yeni İçtüzük kuralının daha önce usulüne göre yürürlüğe
girmiş TBMM İçtüzüğünde olmayan bir konunun düzenlenmiş olması gerekir.
İçtüzükte bulunmayan yeni bir konunun Meclis kararı ile uygulamaya konulması
Mahkeme’nin görev alanına girmektedir. Bunun sebebi çoğunluk görüşünde de
belirtildiği gibi, iptali istenilen bir yasama tasarrufunun anayasal denetime
bağlı tutulabilecek nitelikte olup olmadığı saptanırken sadece, onun bu
tasarrufta bulunan organ tarafından nasıl nitelendirildiğine ve hangi ismin
verildiğine veya bu işlemin nasıl bir usûl izlenerek yapıldığına bakılması
yeterli olmayıp, yapılış yöntemi ve adı ne olursa olsun hukuksal niteliği,
etkisi ve doğurduğu sonuçlar da gözetilmelidir. Yapılacak değerlendirme
sonucunda, iptali istenilen tasarrufun Anayasa’nın 148. maddesi uyarınca Anayasa
Mahkemesi’nin denetim alanına giren kanun, KHK veya TBMM İçtüzüğü ile aynı değer
ve etkide bir işlem olduğu kanısına varılırsa bu işlem Anayasa Mahkemesi’nce
denetlenebilir. Aksi halde, hukuksal nitelikleri, etkileri ve meydana
getirdikleri sonuçlar bakımından, Anayasa’ya uygunluk denetimine tabi tutulan
kanun, KHK ve TBMM İçtüzüğü ile eşdeğerde bulunan ve bu nedenle de belirtilen
işlemlere özgü yöntem ve isimlerle tesis edilip hukuki varlık kazanması gereken
bazı yasama tasarrufları, farklı yöntem ve isimlerle hukuk sistemine dahil
edilerek Anayasa’ya uygunluk denetiminin kapsamı dışına çıkarılabilir.
Bu durumda, adı yeni bir İçtüzük
düzenlemesi olmadığı ve İçtüzük yapılması ve değiştirilmesindeki yöntem
uygulanmadığı halde, değer ve etkisi bakımından birer İçtüzük kuralı niteliğinde
olan Meclis kararları anayasal denetime bağlı tutulabilir. Değer ve etkileri
bakımından aralarında fark bulunmayan yasama tasarruflarının aynı yargısal
denetime bağlı tutulmaları hukuk devleti olmanın da gereğidir.
Bir konu mevcut İçtüzükte
düzenlenmiş, nasıl yapılacağı ayrıntılı biçimde belirtilmiş ise bunun eylemli
biçimde değiştirilmesinden bahsedilemez. Mevcut kuralın aksine bir uygulama
yapılmış olması ancak içtüzüğe aykırı bir tasarruf olarak nitelendirilebilir.
İçtüzüğe aykırı bir uygulamanın denetim yeri ise ne Anayasa Mahkemesi ne de
başka bir yargı kuruluşudur. Anayasakoyucu Anayasa’da açıkça belirtilen
parlamento kararlarının denetimi dışında bu kararların denetleneceğini
öngörmemiştir.
Bu bağlamda söylemek gerekirse,
Anayasa’nın 85. maddesinde sözü edilen yasama dokunulmazlığının kaldırılması
veya milletvekilliğinin düşmesi ile TBMM İçtüzüğü’nün hukuki yapıları birer
parlamento kararı olduğundan bunların Anayasa Mahkemesi’nin denetim alanında
olduğu kuşkusuzdur. Bunun dışında, ihdasi nitelikte olmamak kaydıyla alınmış
parlamento kararlarının yargısal denetiminden bahsedilemez.
Bu ayrım yapıldıktan sonra somut
olayımıza dönecek olursak, dava konusu Türkiye Büyük Millet Meclisi kararının
alındığı 27.4.2007 tarihli 96. birleşiminde, ilk oylamaya geçilmeden, bir
milletvekilinin Anayasa’nın 102. maddesinin birinci fıkrası gereğince
Cumhurbaşkanı seçimi için Mecliste en az 367 milletvekilinin hazır bulunması
gerektiği, aksi halde toplantı yetersayısı bulunmadığından oylamaya
geçilemeyeceği yönündeki açıklamaları üzerine, konuyla ilgili usul tartışması
açılmış ve bu tartışmanın sonucunda oturumu yöneten Meclis Başkanı, Anayasa’nın
96. maddesindeki toplantı yetersayısıyla ilgili kural uyarınca 184
milletvekilinin Genel Kurul’da hazır bulunmasının gündemin Cumhurbaşkanı
seçimiyle ilgili kısmına geçilebilmesi için yeterli olduğunu belirterek bu
konuda yapacağı uygulamanın İçtüzüğe ve Anayasa’nın 96. ve 102. maddelerine
uygun olup olmadığı hususunu Genel Kurul’un onayına sunmuştur. Genel Kurul da
Başkan’ın tutumunun Anayasa’ya ve İçtüzüğe uygun olduğu yönünde karar vermiştir.
Böylece, Cumhurbaşkanı seçiminde uygulanması gereken toplantı yetersayısının
Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen TBMM üye tamsayısının en az üçte biri
oranındaki toplantı yetersayısı olduğu Meclis kararıyla tespit edilmiştir.
Belirtilen uygulama sonucunda ortaya
çıkan bu karar TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesine uygun bir karar olabileceği gibi
aykırı bir karar olduğu da ileri sürülebilecektir. İki görüş de mümkündür. Ancak
mümkün olamayacak tek şey, bunun İçtüzüğü değiştiren bir uygulama olduğunu ileri
sürmektir. Aksi halde İçtüzüğe aykırı her durumun bir içtüzük değişikliği
nitelemesi ile Mahkeme önüne getirilmesi kaçınılmaz olur. Anayasa’nın 84., 85.
ve İçtüzüğün denetiminin öngörüldüğü 148. maddeler dışında bu tür parlamento
kararlarının denetiminin Mahkemece yapılması, kaynağı Anayasa’da olmayan bir
yetkinin kullanılması anlamına gelir. Anayasa Mahkemesi, Meclis İçtüzüğü’ne
uygun ya da aykırı tasarrufların denetim mercii değildir.
Söz konusu karar İçtüzüğe uygun da
olsa aykırı da olsa, bunun Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına girmediği
açıktır. Belirtilen nedenlerle görevsizlik kararı verilmesi gerekirken
Mahkeme’nin görev alanına giren bir yasama tasarrufu olarak değerlendirilmesinde
isabet yoktur.
2 - İşin esasına gelince;
TBMM İçtüğüzü’nün 121. maddesi
Cumhurbaşkanı seçiminin Anayasa’nın 102. maddesindeki hükümlere göre
yapılacağını öngörmektedir.
Anayasa’nın 102. maddesine yapılan bu
gönderme nedeniyle sorun 102. maddenin nasıl anlaşılması gerektiğinden
kaynaklanmaktadır. 102. maddedeki karar yetersayısı yanında toplantı
yetersayısının da gösterilip gösterilmediği problemin esasını oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 102. maddesinin
kapsamında bir toplantı yetersayısının olup olmadığını tartışmadan önce, 1961
Anayasası’nın Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili hükümlerinin irdelenmesine ihtiyaç
vardır. 1980 darbesinin nedenlerinden biri olan Cumhurbaşkanı’nın altı aya yakın
bir süre seçilememiş olması olayımıza ışık tutacaktır.
1961 Anayasası’nın 86. maddesine göre
Meclis her zaman üye tamsayısının salt çoğunluğu ile toplanıyor ve istisnalar
dışında toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar veriyordu. Her iki
Meclisin (Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu) birlikte toplanması
durumlarında ise, iki Meclis üye tamsayısı toplamının salt çoğunluğu TOPLANTI
yetersayısını oluşturuyordu. 95. maddesine göre de, Cumhurbaşkanı’nın seçimi her
iki Meclisin birlikte toplanması (tam mevcudun salt çoğunluğu ile) sonucunda
yapılabiliyor, iki Meclisin toplam sayısının 638 olduğu gözetildiğinde, toplantı
nisabının sağlanması için 319 üyenin varlığı gerekiyordu. Cumhurbaşkanı
seçimlerinde karar nisabı için ilk turda tam mevcudun üçte ikisi (426 üye)
aranmakta, bu çoğunluk sağlanamadığı takdirde de diğer turlarda tam mevcudun
salt çoğunluğu (319 üye) ile devam edilmekteydi.
Görüldüğü gibi, her iki Meclisin
birlikte çalıştığı durumlarda toplantı yetersayısının oldukça yüksek olması ve
ilk iki turdan sonra salt çoğunluğun aranması Cumhurbaşkanlığı seçimini son
derece güçleştirmekte ve ilk iki turdan sonra sayısız turlara devam edilmesi
nedenleriyle seçim sonuçlanamamakta idi. Demokratik hayata ara verilmesine neden
olan bu duruma çözüm üretmek amacıyla yeni Anayasamızın 96. ve 102. maddelerinde
gerekli düzenlemeler yapılmıştır.
1982 Anayasası’nı düzenleyen Danışma
Meclisi’nin kabul ettiği metinde Cumhurbaşkanı’nın seçimi 110. madde ile 116.
maddelerde düzenlenmiş iken, Milli Güvenlik Konseyi bu iki maddeyi birleştirmek
suretiyle şimdiki 102. maddeyi oluşturmuştur. Danışma Meclisi’nin kabul ettiği
110. ve 116. maddeler aynen şöyledir:
“MADDE 110. - Cumhurbaşkanı,
Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli
oyla seçilir. Seçimin yirmi günde tamamlanması gerekir.
Beşer gün ara ile yapılacak
oylamaların ilk ikisinde BU ÇO?UNLUK sağlanamazsa, beş gün sonra üçüncü oyalama
geçilir; üçüncü oylamada, üye tamsayısının salt çoğunluğunu sağlayan aday,
seçilmiş olur. Bu oylamada salt çoğunluk sağlanamadığı takdirde, beş gün sonra
üçüncü oylamada en çok oy alan iki aday arasında dördüncü oylama yapılır. Bu son
oylamada da üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamazsa, derhal milletvekilleri
seçimlerine gidilir.
MADDE 116.- Cumhurbaşkanının görev
süresinin dolmasından yirmi gün önce; veya Cumhurbaşkanlığı makamının
boşalmasından on gün sonra; Türkiye Büyük Millet Meclisince yeni Cumhurbaşkanı
seçimine başlanır ve onbeş gün içinde sonuçlandırılır. Her iki halde de
Cumhurbaşkanlığı için gösterilecek adayların, seçime başlama tarihinden önceki
on gün içinde, Meclis Başkanlık Divanına bildirilmesi gerekir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı
halinde değilse, hemen toplantıya çağrılır.
Görevi biten Cumhurbaşkanlarının,
sonraki yaşama şartları ve imkânları kanunla düzenlenir.”
1982 Anayasası’nın 102. maddesini
oluşturan bu iki madde birleştirilirken sadece süreçte işleyen günlere ilişkin
değişiklikler yapılmıştır. Ancak, burada üzerinde önemle durulması gereken konu,
110. maddenin ikinci fıkrasındaki “BU ÇO?UNLUK” ifadesi ile birinci fıkrada
öngörülen üçte iki karar çoğunluğuna gönderme yapılmasıdır.
1961 Anayasası’nın 110. maddesinin
birinci fıkrasındaki üçte ikinin öngörüldüğü cümle ile yeni Anayasanın 102.
maddesinin ilk cümlesi aynıdır. Başka bir ifade ile 102. maddenin birinci
cümlesinin de KARAR YETERSAYISINI öngördüğüdür. Nitekim, Danışma Meclisindeki
görüşmelerde Anayasa Komisyonu ve Divan üyesi Prof. Dr. Turgut TAN, “Anayasada
hiçbir işte özel karar nisaplarının aksine ÖZEL TOPLANTI NİSABININ
öngörülmediğini” vurgulamaktaydı (Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu Tutanağı s.
271).
1961 Anayasası’na göre yapılan meclis
çalışmalarında görülen olumsuzlukları gidermek amacıyla, 1982 Anayasası’nın 96.
maddesinde gerekli değişiklikler yapılarak sorun çözülmeye çalışılmıştır.
Anayasa’nın 96. maddesi, tamamen farklı kavramlar olan toplantı ve karar
yetersayılarını açıkça ayırmakta ve maddenin başlığında (“toplantı ve karar
yetersayısı”) bu iki kavram ayrı ayrı zikredilmektedir. Maddeye göre “Anayasada,
başkaca bir hüküm yoksa, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az
üçte biri ile toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar
verir; ancak karar yetersayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin
bir fazlasından az olamaz”. Anayasa, çeşitli hükümlerinde (m. 84, 87, 99, 102,
105, 111, 175) karar yetersayısı olarak özel ya da nitelikli bir çoğunluk
öngördüğü halde, toplantı yetersayısıyla ilgili olarak hiçbir özel ya da
istisnai bir hükme yer vermemiştir. Bu durumda “Anayasada başkaca bir hüküm”
bulunmadığına göre, Cumhurbaşkanı seçimi dahil her konuda, 96. madde hükmünün
uygulanacağı, yani TBMM’nin en az üye sayısının üçte biri olan 184 üyenin hazır
bulunmasıyla toplanabileceği açıktır. Anayasa’nın lafzî yorumu gibi, tarihsel ve
amaçsal yorumu da bu görüşü güçlendirmektedir.
Bu durumda, 1982 Anayasası’nın 96
maddesinde Cumhurbaşkanlığı seçimi dahil, meclisin tüm toplantılarında 1961
Anayasası’nın “tam mevcudun salt çoğunluğu” koşulu terkedilerek, tam mevcudun
üçte biri toplantı yeter sayısı olarak kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 102. maddesinin birinci
fıkrasından bir “TOPLANTI YETERSAYISI” üretmek mümkün değildir. Meclisin
çalışmalarını kolaylaştırmak amacı gözetildiğinde, maddenin tarihsel gelişimi de
buna izin vermemektedir. Çoğunluk görüşünün dayanağını oluşturan bir toplantı
yetersayısının türetildiği 102. maddenin birinci fıkrasında, aynen,
“Cumhurbaşkanı, TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla
seçilir” denilmektedir.
Fıkrada “üçte iki”, “gizli oy” ve
“seçim” sözcükleri geçtiğine göre, bunun toplantı nisabı için öngörüldüğünü
söylemek yorumda isabetsizlik değil, Anayasa’yı yorum yoluyla dolaylı yoldan
değiştirmek anlamını taşır. Sözcüklerin anlam ve niteliği toplantı nisabı için
kullanılmaya asla elverişli değildir. Anayasa’nın şekil şartlarına ilişkin
düzenlenen tüm maddelerinde konular, net, anlaşılabilir ve yorumu gerektirmeyen
açıklıktadır. ?ekil kuralları yorumla üretilemez. Anayasa’yı yapanların tıpkı
karar yetersayılarına ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi, toplantı
yetersayılarında da özel kurallar koymasını engelleyen ne olabilir? Bu kadar
basit bir şekil şartı istenseydi açıkça belirtilirdi.
102. maddenin birinci fıkrasında
belirtilen karar yetersayısının, üçüncü fıkrada öngörülen dört turda nasıl
gerçekleşeceği yine üçüncü fıkradaki açılımla sağlanmıştır. Çoğunluğun ifade
ettiği gibi, 1. turdan başlamak üzere, önce 3/2 oranında üye ile toplantı
nisabı, sonra da 3/2 oranındaki üyelerle karar yetersayısı aranacak olması,
toplantı nisabının uzlaşma için bir tehdit unsuru olarak kullanılması sonucunu
doğurur. Oysa, anayasakoyucunun uzlaşma için kullandığı zorlayıcı unsur, adaylık
süresi de dahil, 30 gün içinde Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılması, aksi halde
derhal genel seçimdir. 1961 Anayasası’nda ilk iki turda 3/2 çoğunluk sağlanamaz
ise sonraki sınırsız turlardaki tam mevcudun salt çoğunluğu koşulu da 1982
Anayasası’nda en fazla iki turla sınırlandırılmak suretiyle mutlaka seçim
yapılmasını zorlamaya dönüktür. 102. maddenin birinci fıkrasından hareketle en
az 367 üyenin katılımı ile toplantı yapılmasını öngörmek, geriye kalan 184
milletvekilinin daha karar aşamasına gelmeden TBMM’ni bloke ederek çalışamaz
duruma getirmesine izin vermektir. Üçte birlik bir azınlığın seçim sürecini bu
yolla engellemesi azınlığın çoğunluğa tahakküm etmesine neden olacaktır.
Demokrasi sınırsız bir çoğunluk rejimi değildir, ancak, azınlığın çoğunluğa
dayattığı bir rejim de hiç değildir. Bu yol, azınlığın çoğunluğu etkisiz hale
getirmesi, başka bir anlatımla, çoğunluğun devre dışı bırakılması gibi hiçbir
demokratik ülkede olmayan bir garâbeti doğurur. Önceden kestirilmesi mümkün
olamayan yorumlarla yeni usül kuralları üretilmesi hukuk güvenliğini yok eden
yaklaşımlardır.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin
yirmi günde tamamlanmasını amaçlayan anayasakoyucunun daha birinci turda 3/2
toplantı nisabı ile sistemi tıkayan bir modeli istemiş olması asla düşünülemez.
Toplantı nisabı (3/2) sağlanamadığı sürece 2., 3. ve 4. turların yapılması
mümkün olmayacak, buna ilişkin kurallar anlamsız, işlevsiz kalacak, seçimlerin
derhal yapılmasının bağlı olduğu 4. tur hiçbir şekilde gerçekleşmeyeceğinden
fiili durumlarla sonuca gidilecektir.
Daha seçimin başında üçte iki
toplantı nisabını aramak, 1961 Anayasası’nda sorun olmuş bir konuyu çözmek,
kolaylaştırmak değil daha da ağırlaştırmaktır. 1982 Anayasası’nı yapanların
iradesi bu değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bundan sonra istenen toplantı
nisabıyla daha büyük sorunların kaynağı olmaya adaydır. Tam da bu noktada
demokratik hayat, yerini, daha ağır kaoslara bırakmak gibi hiç de düşünülmeyen
sonuçlara neden olabilecektir.
Belirtilen nedenlerle karar
Anayasa’nın 102. maddesine aykırı değildir.
Çoğunluğa bu düşüncelerle katılmadım.
Haşim KILIÇ
Başkanvekili
KAR?IOY
TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesinin birinci
fıkrasındaki “Anayasa’nın 102 nci maddesi hükümlerine göre” ibaresini eylemli
olarak değiştiren TBMM kararı, buna dayalı uygulama ve bu uygulamanın ayrılmaz
parçası olan 27.4.2007 tarihli Cumhurbaşkanı seçimi ilk oylamasının Anayasa’nın
96. ve 102. maddelerine aykırılığı iddiasiyle iptaline ve iptal kararı yürürlüğe
girinceye kadar bu uygulama ile oluşmuş olan İçtüzük hükmünün yürürlüğünün
durdurulmasına dair istemle ilgili olarak:
Bir kere, ortadaki işlem eylemli
İçtüzük değişikliği değil TBMM kararıdır. Anayasa’da sayılan istisnai haller
dışında TBMM kararları üzerinde Anayasa Mahkemesi denetimi yoktur. Ancak, ilk
inceleme evresinde (dörde karşı yedi oyla) dava konusu TBMM kararı eylemli
İçtüzük değişikliği olarak nitelendirilmiş ve esas inceleme evresinde tartışma
eylemli İçtüzük değişikliğinin Anayasa’ya aykırı olup olmadığı üzerinde
odaklanmıştır.
Buna göre;
1 - Toplantı yetersayısı 1961
Anayasası’na göre her iki Meclis için üye tam- sayısının salt çoğunluğuyken,
1982 Anayasası’nın 96. maddesiyle üye tamsayısının üçte biri (184 oy) olarak
düzenlenerek TBMM’nin toplanması daha kolay hâle getirilmiş, Anayasa ve TBMM
İçtüzüğü’nün başka herhangi bir maddesinde özel bir toplantı nisâbı
öngörülmemiştir.
Aynı maddeye göre, üye tamsayısının
dörtte birinin bir fazlasından az olmamak şartiyle toplantıya katılanların salt
çoğunluğu olarak belirlenen genel karar yetersayısının ise;
- Genel ve özel af ilanı: Üye
tamsayısının beşte üçü (m. 87),
- TBMM Başkanının seçimi: Üye
tamsayısının üçte ikisi veya üye tamsayısının salt çoğunluğu (m. 94), (Dördüncü
tur oylamada genel karar nisâbı yeterlidir.)
- Başbakanın ve bakanların Meclis’e
karşı siyasî sorumluluk mekanizmalarının işletilmesi: Üye tamsayısının salt
çoğunluğu (m. 99,111),
- Meclis soruşturması yoluyla
bakanların Yüce Divana sevk kararı: Üye tamsayısının salt çoğunluğu (m. 100),
- Cumhurbaşkanının seçimi: Üye
tamsayısının üçte ikisi veya üye tamsayısının salt çoğunluğu (m. 102),
- Cumhurbaşkanının vatana ihanetten
dolayı suçlandırılması: Üye tamsayısının dörtte üçü (m. 105),
- Anayasa’nın değiştirilmesi: Üye
tamsayısının üçte ikisi veya beşte üçü (m.175),
nde olduğu gibi, istisnâî hâlleri
açıkça belirtilmiştir.
2 - Anayasa ve kanunlar kamu düzenini
kurmak ve belli ihtiyaçları (amaçları) karşılamak için çıkartılır. Bir hüküm
işlemez hâle gelmiş ve değiştirilmek isteniyorsa, o da bir ihtiyaca dayanır.
1961 Anayasası’ndaki Cumhurbaşkanı
seçimiyle ilgili madde işlemez duruma düşmüş, Meclis’i aylarca çalışmaktan
alıkoymuş, tıkanmalar ortaya çıkmış, sonunda bir askeri ihtilâlin sebebi hâline
bile gelebilmiştir. Böyle siyasî bunalım durumlarından kurtulmak için
Cumhurbaşkanlığı seçimi kolaylaştırılmak, kısa vâdede çözüme ulaşmak,
engellemeler kaldırılmak amaçlanmış, bu meyanda, sonu belli olmayan turlamalar
1982 Anayasası ile dörtle sınırlandırılmış, son tur oylamaya en çok oy alan iki
adayın katılıp seçilebilmek için de salt çoğunluk sayısını bulmaları gerektiği
öngörülmüş, aksi hâlde milletvekili seçimlerinin yenileneceği gibi bir müeyyide
(tehdit) getirilmiştir. Bu itibarla, Cumhurbaşkanı seçiminde erkenden sonuç
almayı hedefleyen bir irâdenin, daha başta genel kurulda üye tamsayısının üçte
ikisinin bulunmaması hâlinde müteakip turlara geçilemeyeceği ve böylece seçim
sürecinin otomatik olarak işleyemez hâle geleceği, 367 milletvekili ile oturuma
başlanmadı diye TBMM seçimlerinin derhal yenileneceğine karar vermesi
Anayasa’nın temel ilkelerine ve maksadına da aykırı olur. İlk oylamada 367
üyeyle “toplansın” diyen bir anayasakoyucunun altı gün sonra 276 milletvekilinin
oyuyla Cumhurbaşkanının seçilmesine müsaade etmesi (razı olması) kendi
kendisiyle çelişmesi demektir. Sonuç almaya zorlama irâdesiyle süreci baştan
zorlaştırma tavrı birbirine zıt şeylerdir. Anayasa’nın 102. maddesinin birinci
fıkrasında “toplanmak” için değil Cumhurbaşkanını gizli oyla “seçmek” için 367
oyun gerektiği ifâde edilmektedir. Toplantı nisâbının karar nisâbı gibi 367
sayılması hukukun büyük ölçüde zorlanması demektir. Cumhurbaşkanı seçiminde de
toplantı nisâbı bakımından uyulması ve uygulanması gereken Anayasa kuralı 96.
maddede yer almaktadır. Öte yandan, TBMM İçtüzüğü’nün 121. maddesinin birinci
fıkrasında, “Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın 101 inci maddesinde yazılı nitelikleri
taşıyan adaylar arasından, Anayasa’nın 102 nci maddesi hükümlerine göre seçilir”
hükmü yer almaktadır. Bununla Anayasa’nın 102. maddesine atıf yapılmasiyle
yetinilmiş, başka bir düzenlemeye gidilmemiştir.
3- Bir hakkın suistimalinin kanunca
himâye görmeyeceği ve bir işden maksat ne ise hükmün de ona göre olacağı
evrensel hukuk kurallarındandır.
Meclis genel kuruluna girmek,
toplantılarda hazır bulunmak, kanun yapıcılığında aktif rol almak, dolayısiyle,
Meclis’in işlemesini sağlamak her milletvekilinin en tabiî görevidir. Yasama
organı üyeliğine seçilmiş ve bu sıfatla beş yıl hizmet etme hakkını kazanmış
olmanın icapları arasında toplantılara katılmamak sûretiyle Meclis’in
çalışmasını güçleştirmek, önlemek ve karar alınmasına mâni olmak yoktur.
Anayasa’da belirtilen olağan engelleme (obstrüksüyon) yolları ancak Meclis’de
fiilen hazır bulunulduktan sonra düşünülecek şeylerdir. Aksi hâlde, üçte iki
veya beşte üç nisâbının arandığı toplantılarda Meclis’e girmeyerek karar alma
mekanizmasını tıkamak her zaman mümkün olacaktır. Artık bundan sonra 367 oy
şartı aranacağından ve Meclis’in teşkil tarzı dâimâ değişebileceğinden
Cumhurbaşkanını seçmek de son derece zorlaşacak, hattâ, bu usûlü yumuşatmak
bakımından, meselâ, seçim usûlünü yeniden düzenlemek için 175. madde uyarınca
beşte üç çoğunlukla Anayasa değişikliğine gitmek bile kolay olmayabilecek, 1961
Anayasası uygulamasında karşılaşılan zorluklara 1982 Anayasası ile getirilen
çözümler, tam bir geri dönüşle, sistemde daha ağır sosyo-politik ve
sosyo-ekonomik problemlere yol açabilecektir.
Esas olan, Meclis’in ârızasız
işlemesi, kesintisiz çalışması, görevini yapması ise, Anayasa hükümlerini buna
göre yorumlamak kamu düzenini devâm ettirmenin ve toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adâlet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olmanın da gereğidir.
Bu sebeblerle çoğunluk yorumuna ve
görüşüne katılmamaktayım.
Üye
Sacit ADALI
KAR?IOY GEREKÇESİ
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
27.4.2007 günlü 96. birleşiminde alınan 11. Cumhurbaşkanı’nın seçiminde uyulması
gereken toplantı yeter sayısı ile ilgili kararının, çoğunluk görüşü
doğrultusunda, eylemli içtüzük değişikliği niteliğinde olduğu, bu nedenle de
Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına girdiği sonucuna varılarak işin esasının
incelenmesine karar verilmiştir.
Konuya ilişkin önceki uygulamaların
değerlendirilmesinden, TBMM’nin, Cumhurbaşkanı seçimlerinde Anayasa’nın 96.
maddesindeki genel kural uyarınca toplantı yeter sayısının alt sınırını üye
tamsayısının üçte birine tekabül eden 184 olarak kabul ettiği bu nedenle de
toplantı yeter sayısının varlığının saptanması için yoklama yapılmadığı
anlaşılmaktadır. Dava konusu kararla oluşan oylamada da aynı esasın benimsendiği
görülmektedir. Ancak bu uygulamalarla ilgili Anayasa Mahkemesi’ne herhangi bir
başvuru yapılmadığından konunun Anayasa’ya uygunluğu tartışılmamıştır.
Bu durumda, iptali istenilen TBMM
kararının, İçtüzüğün değiştirilmesi yönünde usulüne uygun bir teklif, istem veya
irade içermemesi, önceki eylemli uygulamalar ile düzenlemenin yapıldığı 1996
yılından sonraki İçtüzüğün 121. maddesine dayanan uygulamalar arasında bu yönden
bir fark da bulunmaması karşısında, dava konusu uygulamanın eylemli bir içtüzük
değişikliği olarak kabulü ile Anayasal denetime bağlı tutulması olanaklı
bulunmadığından iptal isteminin görevsizlik nedeniyle reddi gerektiği
düşüncesiyle işin esasının incelenmesi yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
İşin esasıyla ilgili kanaatim ise
çoğunluk gerekçesinde belirtilmiştir.
Üye
Fulya KANTARCIO?LU
EK GEREKÇE
Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle ortaya çıkan ve TBMM
96. birleşimin konusunun görüşülebilmesinin ve sonucuna verilen değerin
hukukiliği ve yasallığının Anayasanın 96. ve 102. maddeleri uyarınca
değerlendirilmesi de Türk siyasal hayatının toplumsal sözleşmesi olan Anayasanın
temel ideolojisini hiçbir noktada devre dışı bırakmadan, amacına halel
getirmeden, gelişmesine olanak sağlayacak biçimde yapılması gerekmektedir.
1961 Anayasasının getirdiği toplantı yeter sayısının
yüksekliğinden yararlananların toplantıları engellemelerinin önüne geçmek amacı
ile 1982 Anayasası, 96/1. maddesinde Meclisin toplanmasını kolaylaştırıcı bir
genel kural getirmek istemiştir. Ancak bu genel kuralın, siyasal iktidarı elinde
tutan güçlerin çalışmalarında siyasal sistem bütünlüğünün korunmasını gözardı
ederek, anayasal formdan, onun getirdiği sınır kurallardan uzaklaşmak anlamına
gelmediği de bir gerçektir.
&nbs