Yeni Sayfa 1
Anayasanın 2. maddesinde yer alan
“Hukuk Devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını
“aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu
kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar
süren bir uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede
kararların derhal uygulanması ilkesi benimsenmiş olup, her durumda bu sürenin
otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim
duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğu hükme bağlanmıştır.
Diğer taraftan Anayasanın 11. maddesinde; Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme
ve yargı organlarını idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir. Bu nedenle bir kamu
hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması hizmeti yürüten
idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur.
Anayasamıza göre idari bir makamın mahkeme kararını uygulamayacağı düşünülemez.
Mahkeme kararını uygulamama durumu söz konusu ise kararı uygulamayan idarenin
kamu görevlisidir. Mahkeme kararı gereğinin yerine getirilmemesi suretiyle
Hukuk Devleti ilkesinin zedelenmesi ve ağır hizmet kusuru işlenmiş olması göz
önüne alınarak ilgili kamu görevlisi aleyhine manevi tazminat hükmedilmektedir.
Yeni Sayfa 2
Kamu Görevlisinin Kusuru
?ahsi kusurlarına dayanılarak doğrudan doğruya kamu
görevlilerinin aleyhine açılan tazminat davasının, özel hukuk hükümleri
çerçevesinde görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu açıktır.
Bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kişilere verilen
zarar, kamu görevlisinin görevinde kullandığı yetkilerden ve resmi sıfatından
ayrılamıyor, aksine bunlarla sıkı sıkıya ilgili ve bağlantılı biçimde doğuyor
ise, personel bakımından “görev kusuru” olarak tanımlanan bu kusurun, idare
yönünden nesnel nitelik taşıyan “hizmet kusuru” kapsamında idare hukuku
esaslarına tabi olduğu, gerek öğretide gerekse yerleşik yargısal içtihatlarla
kabul edilmiş bulunmaktadır.
Nitekim, Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında,
idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu
kuralına yer verildikten sonra, 129. maddesinin beşinci fıkrasında, memurlar ve
diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan
tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanununun gösterdiği
şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceğine işaret
edilmiştir.
Bu düzenleme ile, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız
olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek ve kamu hizmetinin sekteye
uğratılmadan yürütülmesini sağlamak suretiyle kamu düzenini korumak amaçlanmış;
aynı zamanda, zarara uğrayan kişi bakımından, memurlar veya diğer kamu
görevlilerine oranla ödeme gücü daha yüksek olan bir sorumlu (idare) muhatap
kılınmıştır.
Buna göre, kural olarak, kamu görevlisinin görev ve
yetkilerini kullandığı sırada doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev
kusurunu kapsayan hizmet kusuru esasına dayanılarak, idari yargıda ve ancak
idare aleyhine dava açılabilecek; yargı yerince tazminle yükümlü tutulması
halinde idare, ilgili yasa kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara uygun
olarak, sorumlu personele rücu edebilecektir.
Buna karşılık, kamu görevlisinin görev ve yetkilerinden,
resmi sıfatından ayrılabilen; başka bir anlatımla, suç biçimine dönüşerek idari
olma niteliğini yitiren eylem ve işlemlerinin, yukarıda belirtilen Anayasal
korumanın dışında kaldığını ve dolayısıyla, doğrudan doğruya kamu görevlisine
karşı şahsi kusuruna dayanılarak adli yargı yerinde tazminat davası açılabilme
olanağı bulunduğunu da belirtmek gerekir.
YARGI KARARINI UYGULAMAYAN KAMU GÖREVLİSİNİN SORUMLULU?U
İdare Mahkemesi Kararı
Özet:
Anayasaya göre, idarelerce yargı kararının uygulanmamasından söz edilemeyeceği,
yargı kararını ancak kişilerin uygulamayabileceği hk.
Karar:
Anayasanın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu
vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında “Yasama ve Yürütme organları ile
idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme
kararlarını hiçbir suretle değiştirilemez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez.” yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir.
Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Kanunla
değişik 28. maddesinin 1. fıkrası; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve
Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının
icaplarına göre idarenin, en geç otuz gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde
bulunmaya mecbur olduğu şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2. maddesinde yer alan
“Hukuk Devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirmiş olup, 3. fıkrasında da;
Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri kararlarına göre
işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine
Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği
hükme bağlanmıştır.
Anayasanın 2. maddesinde yer alan
“Hukuk Devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını
“aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu
kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar
süren bir uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede
kararların derhal uygulanması ilkesi benimsenmiş olup, her durumda bu sürenin
otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim
duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğu hükme bağlanmıştır.
Diğer taraftan Anayasanın 11. maddesinde; Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme
ve yargı organlarını idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir. Bu nedenle bir kamu
hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması hizmeti yürüten
idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur.
Dosyanın incelenmesinden; Davacının ..... İdare Mahkemesi Üyeliğine atanması
nedeniyle bu göreve başladıktan sonra 30.11.1999 günlü dilekçesi ve lojman talep
formu ile boş olan ya da boşalacak olan dairelerden birinin kendisine tahsis
edilebilmesi için ..... Adli Yargı Adalet Komisyonuna başvurduğu, başvurusunun
boş daire olmadığı gerekçesiyle 13.1.2000 günlü, 11 sayılı karar ile
reddedildiği, lojman tahsis talebinde bulunan hakimlerin lojman talep
formundaki beyanlarına göre yapılan puanlama neticesinde Hakim İA’ın 54.75
puanla birinci, Hakim CE’in ise 45.1 puanla ikinci sırada yer aldığı ve bundan
sonra lojmanda daire boşalması halinde puanlama sırasına göre tahsis işlemi
yapılmasının Komisyonun 13.1.2000 günlü 12 sayılı kararı ile kararlaştırıldığı,
..... Hakimi YY’ın Komisyonun 15.7.1999 günlü 353 sayılı kararı ile tahsis
edilen ..... İli ..... Mahallesi ..... Caddesindeki Adliye Lojmanının 24 no.lu
dairesine taşınmayarak 25.1.2000 günlü dilekçesi ile lojman hakkından feragat
etmesi üzerine 13.1.2000 günlü, 12 sayılı karar ile yapılan puanlama sonucunda
birinci sırada bulunan ..... Hakimi İA’a boş olan 24 no.lu dairenin tahsisine
Komisyonun 27.1.2000 günlü 36 sayılı kararı ile karar verildiği, bunun üzerine
davacı tarafından ..... Adli Yargı Adalet Komisyonunun 13.1.2000 günlü ve 12
sayılı kararının, bu karara yapılan itirazın reddine ilişkin 17.2.2000 gün ve 87
sayılı kararın ve Hakim İA’a lojman tahsisine ilişkin kararın iptalleri istemi
ile Mahkememizin E: 2000/255 sayısına kayden dava açıldığı, dava açılmasından
sonraki aşamada ..... Bölge İdare Mahkemesi Başkanı CK’nın 14.4.2000 günlü
dilekçesi ile lojmanın 14 no.lu dairesini 15.4.2000 gününde boşaltacağını
bildirmesi üzerine boşalan 14 no.lu dairenin Komisyonun 20.4.2000 günlü ve 195
sayılı kararı ile davacıya tahsisine karar verildiği, Mahkememizce yapılan
yargılama sonucunda 20.5.2000 gün ve E: 2000/255, K: 2000/402 sayılı kararla
davacının puanına göre birinci sırada olması ve dava konusu edilen karar ile
Hakim İA’a tahsis edilen 24 no.lu dairenin davacıya tahsis edilmesi gerekirken
Komisyonun 13.1.2000 günlü ve 12 sayılı kararı ile yapılan hatalı puanlamaya ve
sıralamaya dayanarak 27.1.2000 günlü ve 36 sayılı Komisyon kararı ile yapılan
tahsis işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu edilen
puanlamaya ve lojman tahsisine ilişkin kararların iptaline hükmedildiği, anılan
kararın davalı Komisyon Başkanlığına 15.6.2000 tarihinde tebliğ edildiği,
davacının kararın uygulanması yönünde 13.6.2000 tarihli dilekçe vermesi ve
Mahkeme kararının kendilerine tebliği üzerine Komisyon Başkanlığınca; davanın
yürütüldüğü sırada davacıya lojman tahsis edildiği, ortada menfaat çatışması
kalmadığından davanın da konusuz kaldığı dolayısıyla kararın uygulanma özelliği
olmadığı, İdare Mahkemesi kararına göre yeniden işlem yapılmasında hem pratik
açıdan yarar görülmediği hem de hukuki ve fiili imkansızlık oluştuğu, bu nedenle
isteğin yerinde görülmediği yolunda 22.6.2000 günlü ve 2000/321 sayılı karar
verildiği anlaşılmaktadır.
Her ne kadar davalı idarece E: 2000/255 sayılı dava açıldıktan sonra davacıya
başka bir lojman tahsis edildiği ve davanın konusuz kaldığı iddia edilmekte ise
de yargılamanın bu hususta dikkate alınarak devam ettirildiği ve sonuçta Hakim
İA’ya tahsis edilen 24 no.lu dairenin davacıya tahsis edilmesi gerekliliği
vurgulanarak tahsis işlemlerinin iptallerine hükmedildiği, davalı idarenin
mahkeme kararını uygulama ve icaplarını yerine getirme noktasında Anayasa ve
Yasa hükümleri ile bağımlı ve zorunlu kılındığı, bu yükümlülüğün ancak kararın
aynen uygulanmasıyla yerine getirilebileceği, davalı idarenin uyuşmazlığı
kendisi tanımlayıp buna bağlı olarak yaptığı tasarruf mahkeme kararının yerine
getirilmesi olarak nitelendiremeyeceği, hareket noktasının mahkeme kararı ve
bunun uygulaması olması gerektiği kuşkusuz olup, olayın belirtilen gelişimi
hukuki olarak değerlendirildiğinde Mahkememizce verilen iptal kararına ve
Anayasanın yukarıda sözü edilen açık hükmüne rağmen davalı idarenin yargı
kararını uygulamaktan kaçındığı ve böylelikle hizmet kusuru işlediği açıktır.
Doktrinde de kabul edildiği
üzere manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya
yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderim
yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak
belirlenmesini zorunla hale getirmektedir. Olayın gelişimi ve sonucu ilgilinin
durumu itibariyle uğradığı manevi zarara karşılık takdir edilecek manevi
tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol açmayacak
miktarda, fakat idarenin olaydaki kusurun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek
ölçüde saptanması zorunlu bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında mahkeme kararı gereğinin yerine
getirilmemesi suretiyle Hukuk Devleti ilkesinin zedelenmesi ve ağır hizmet
kusuru işlenmiş olması göz önüne alınarak davacıya, olay nedeniyle duyduğu elem
ve ızdırabı karşılayacak şekilde ve idarenin olaydaki kusurunun niteliği ve
ağırlığı ölçüsünde takdiren 750.000.000 lira manevi tazminat ödenmesi
gerekmektedir.
Ancak idare adına verilen
kararlarla ortaya çıkan ve yukarıda idarenin ağır hizmet kusuru olarak
nitelendirilen “yargı kararını uygulamama ve/veya uygulamaktan kaçınma”
eyleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin
kişisel kusurlarından doğduğu açıktır. Çünkü bir hukuk devletinde, Anayasanın ve
yasaların açık hükmüne karşın, hiçbir hukuki veya maddi sebep gösterilmeden
bilinçli olarak sergilenen keyfi bir davranışın idareden kaynaklandığını kabul
etmek olanaksızdır.
Diğer yandan davacının manevi tazminata temerrüt tarihinden
itibaren yasal faiz işletilmesi istemi ise manevi tazminatın niteliği gereği
yerinde görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davalı idarece olayda kişisel kusuru
bulunan ilgililere rücu edilmek kaydıyla davacının 750.000.000 lira manevi
tazminat ödenmesi yolundaki isteminin KABULÜNE.
Yürütmenin durdurulması kararının uygulanması yolundaki başvurusunun yanıt
verilmeyerek reddedilmesi işlemi iptal davasına konu olabilecek idari işlem
niteliğindedir.
Danıştay Kararı Özeti:
Yürütmenin durdurulması kararının uygulanması yolundaki başvurusunun yanıt
verilmeyerek reddedilmesi işlemi iptal davasına konu olabilecek idari işlem
niteliğinde olduğu hk.
Dava,
davacının İzmir 1. İdare Mahkemesinin … sayılı yürütmenin durdurulması kararı
uyarınca kendisine tapu verilmesi yolunda yaptığı başvurunun reddine ilişkin
işlemin iptali istemiyle açımlaş; İdare Mahkemesince, 2577 sayılı Yasanın 28.
maddesinin 3. fıkrasına göre idare mahkemesince verilen yürütmenin durdurulması
kararı üzerine işlem tesis edilmeyen ve eylemde bulunulmayan hallerde idare
aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği, başvuru üzerine mahkeme
kararına göre işlem tesis edilmemesi veya eylemde bulunulmamasının iptali
davasına konu olabilecek idari bir işlem olmadığı, öte yandan, … günlü ve …
sayılı iptal kararının Danıştay altıncı Dairesinin … günlü ve … sayılı kararı
ile bozulduğu anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine kara verilmiş; karar
davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Anayasanın 138. maddesinin son fıkrasında “… Yasama ve Yürütme Organları ile
İdare mahkeme karalarına uymak zorundadır; bu organlar ve İdare, mahkeme
kararlarının hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez” kuralı yeralmış, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
Kararların Sonuçları başlıklı 28. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Danıştay,
bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin
durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem
tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın
idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” Hükmü ile Anayasanın 2.
maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesine ve 138. maddesine uygun bir
düzenleme yapılmıştır.
Yasanın belirtilen maddesi hükmü ile kararların derhal uygulanması ilkesi
konulmuş, her durumda bu sürenin 30 günü aşamayacağı belirtilmiş, kararların
uygulanması için idarenin gereksinim duyduğu sürenin nihayet otuz günle sınırlı
bulunduğu öngörülmüştür. Yürütmenin durdurulması kararı da Anayasa’da ve İdari
Yargılama Usulü Yasasında belirtilen nitelikte bir yargı kararı olduğuna göre,
bu yolda karar verilmiş bir davada idarenin; esas kararın verilmesini, bu karar
temyiz edilmiş veya kararın düzeltilmesi yoluna başvurulmuş ise verilecek kararı
beklemesi, bu yolla, verilen yürütmenin durdurulması kararını sürüncemede
bırakması, savsaklaması ve etkisiz kılması gibi seçeneği bulunmamaktadır.
Yine
yasanın belirtilen maddesinde yer elan “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare
ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde
bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve
manevi tazminat davası açılabilir.
Mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine
getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı
yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir…”
yolundaki düzenlemeleri kararın uygulanmaması halinde davacının yalnızca
tazminat davası açabileceği şeklinde yorumlamak Anayasa’nın belirtilen hükmü
ile bağdaşmaz. Bir Hukuk Devletinde aslolan idarenin yargı kararını
kendiliğinden uygulamasıdır. Ancak davacı da kararın uygulanması için idareye
başvurabilir. Bu başvurunun reddedilmesi halinde İdare Hukuku bakımında tek
yanlı irade beyanı içeren ve ilgili hakkında hukuki sonuç yaratan bir işlem
tesis edilmiş olacağından bu işleme karşı iptal davası açılabileceği
kuşkusuzdur. Öte yandan, yargı kararlarının uygulanmamasının hem bir iptal
nedeni hem de ağır bir hizmet kusuru olduğu açıktır.
Uyuşmazlıkta da davacının İzmir 1. İdare Mahkemesince verilen … günlü ve
E:1991/824 sayılı yürütmenin durdurulması kararının uygulanması ve kendisine
tapu verilmesi yolundaki başvurusunun yanıt verilmeyerek reddedilmesi işlemi
iptal davasına konu olabilecek idari işlem niteliğindedir.
Belirtilen bütün bu hususlar ışığında uyuşmazlık konusu olay yeniden incelenerek
bir karar verilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle BOZULMASINA.
Cafer ERGEN, İmar Planları, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2006, sayfa 630.
Danıştay Altıncı Dairesinin 09.10.1996 gün ve E:1995/7076
K:1996/4029 sayılı kararı.