kamu görevlileri mahkeme kararını uygulamazsa ne olur?
Tarih: 16.05.2007 Saat: 11:45
Konu:


Yeni Sayfa 1

Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar süren bir uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede kararların derhal uygulanması ilkesi benimsen­miş olup, her durumda bu sürenin otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğu hükme bağlanmıştır. Diğer taraftan Anayasanın 11. maddesinde; Anayasa hüküm­lerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayı­cılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir. Bu nedenle bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur. Anayasamıza göre idari bir makamın mahkeme kararını uygulamayacağı düşünülemez. Mahkeme kararını uygulamama durumu söz konusu ise kararı uygulamayan idarenin kamu görevlisidir. Mahkeme kararı gereğinin yerine getirilmemesi su­retiyle Hukuk Devleti ilkesinin zedelenmesi ve ağır hizmet kusuru işlenmiş olması göz önüne alınarak ilgili kamu görevlisi aleyhine manevi tazminat hükmedilmektedir.

 



Yeni Sayfa 2

Kamu Görevlisinin Kusuru

?ahsi kusurlarına dayanılarak doğrudan doğruya kamu görevlilerinin aleyhine açılan tazminat davasının, özel hukuk hükümleri çerçevesinde görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu açıktır.[1]

Bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kişilere verilen zarar, kamu görevlisinin görevinde kullandığı yetkilerden ve resmi sıfatından ayrılamıyor, aksine bunlarla sıkı sıkıya ilgili ve bağlantılı biçimde doğuyor ise, personel bakımından “görev kusuru” olarak tanımlanan bu kusurun, idare yönünden nesnel nitelik taşıyan “hizmet kusuru” kapsamında idare hukuku esaslarına tabi olduğu, gerek öğretide gerekse yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.

Nitekim, Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralına yer verildikten sonra, 129. maddesinin beşinci fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanununun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceğine işaret edilmiştir.

Bu düzenleme ile, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek ve kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak suretiyle kamu düzenini korumak amaçlanmış; aynı zamanda, zarara uğrayan kişi bakımından, memurlar veya diğer kamu görevlilerine oranla ödeme gücü daha yüksek olan bir sorumlu (idare) muhatap kılınmıştır.

Buna göre, kural olarak, kamu görevlisinin görev ve yetkilerini kullandığı sırada doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev kusurunu kapsayan hizmet kusuru esasına dayanılarak, idari yargıda ve ancak idare aleyhine dava açılabilecek; yargı yerince tazminle yükümlü tutulması halinde idare, ilgili yasa kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, sorumlu personele rücu edebilecektir.

Buna karşılık, kamu görevlisinin görev ve yetkilerinden, resmi sıfatından ayrılabilen; başka bir anlatımla, suç biçimine dönüşerek idari olma niteliğini yitiren eylem ve işlemlerinin, yukarıda belirtilen Anayasal korumanın dışında kaldığını ve dolayısıyla, doğrudan doğruya kamu görevlisine karşı şahsi kusuruna dayanılarak adli yargı yerinde tazminat davası açılabilme olanağı bulunduğunu da belirtmek gerekir.[2]

 

YARGI KARARINI UYGULAMAYAN KAMU GÖREVLİSİNİN SORUMLULU?U

İdare Mahkemesi Kararı Özet[3]: Anayasaya göre, idarelerce yargı kararının uygulanmamasından söz edilemeyeceği, yargı kararını ancak kişilerin uygulamayabileceği hk.

Karar: Anayasanın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında “Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştirilemez ve bunların yerine getirilmesini geciktire­mez.” yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir. Öte yandan, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 4001 sayılı Kanunla değişik 28. maddesinin 1. fıkrası; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahke­melerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, en geç otuz gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mec­bur olduğu şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Dev­leti” ilkesine uygun bir düzenleme getirmiş olup, 3. fıkrasında da; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edil­meyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.

Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar süren bir uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede kararların derhal uygulanması ilkesi benimsen­miş olup, her durumda bu sürenin otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğu hükme bağlanmıştır. Diğer taraftan Anayasanın 11. maddesinde; Anayasa hüküm­lerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayı­cılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir. Bu nedenle bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur.

Dosyanın incelenmesinden; Davacının ..... İdare Mahkemesi Üyeliğine atanması nedeniyle bu göreve başladıktan sonra 30.11.1999 günlü dilekçesi ve lojman talep formu ile boş olan ya da boşalacak olan dairelerden birinin kendisine tahsis edilebilmesi için ..... Adli Yargı Adalet Komisyonuna başvurduğu, başvuru­sunun boş daire olmadığı gerekçesiyle 13.1.2000 günlü, 11 sayılı karar ile redde­dildiği, lojman tahsis talebinde bulunan hakimlerin lojman talep formundaki be­yanlarına göre yapılan puanlama neticesinde Hakim İA’ın 54.75 puanla birinci, Hakim CE’in ise 45.1 puanla ikinci sırada yer aldığı ve bundan sonra lojmanda daire boşalması halinde puanlama sırasına göre tahsis işlemi yapılmasının Komis­yonun 13.1.2000 günlü 12 sayılı kararı ile kararlaştırıldığı, ..... Hakimi YY’ın Ko­misyonun 15.7.1999 günlü 353 sayılı kararı ile tahsis edilen ..... İli ..... Mahallesi ..... Caddesindeki Adliye Lojmanının 24 no.lu dairesine taşınmayarak 25.1.2000 günlü dilekçesi ile lojman hakkından feragat etmesi üzerine 13.1.2000 günlü, 12 sayılı karar ile yapılan puanlama sonucunda birinci sırada bulunan ..... Hakimi İA’a boş olan 24 no.lu dairenin tahsisine Komisyonun 27.1.2000 günlü 36 sayılı kararı ile karar verildiği, bunun üzerine davacı tarafından ..... Adli Yargı Adalet Komis­yonunun 13.1.2000 günlü ve 12 sayılı kararının, bu karara yapılan itirazın reddine ilişkin 17.2.2000 gün ve 87 sayılı kararın ve Hakim İA’a lojman tahsisine ilişkin kararın iptalleri istemi ile Mahkememizin E: 2000/255 sayısına kayden dava açıl­dığı, dava açılmasından sonraki aşamada ..... Bölge İdare Mahkemesi Başkanı CK’nın 14.4.2000 günlü dilekçesi ile lojmanın 14 no.lu dairesini 15.4.2000 gü­nünde boşaltacağını bildirmesi üzerine boşalan 14 no.lu dairenin Komisyonun 20.4.2000 günlü ve 195 sayılı kararı ile davacıya tahsisine karar verildiği, Mahke­memizce yapılan yargılama sonucunda 20.5.2000 gün ve E: 2000/255, K: 2000/402 sayılı kararla davacının puanına göre birinci sırada olması ve dava konusu edilen karar ile Hakim İA’a tahsis edilen 24 no.lu dairenin davacıya tahsis edilmesi gere­kirken Komisyonun 13.1.2000 günlü ve 12 sayılı kararı ile yapılan hatalı puanla­maya ve sıralamaya dayanarak 27.1.2000 günlü ve 36 sayılı Komisyon kararı ile yapılan tahsis işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu edilen puanlamaya ve lojman tahsisine ilişkin kararların iptaline hükmedildiği, anılan kararın davalı Komisyon Başkanlığına 15.6.2000 tarihinde tebliğ edildiği, davacının kararın uygulanması yönünde 13.6.2000 tarihli dilekçe vermesi ve Mah­keme kararının kendilerine tebliği üzerine Komisyon Başkanlığınca; davanın yü­rütüldüğü sırada davacıya lojman tahsis edildiği, ortada menfaat çatışması kalma­dığından davanın da konusuz kaldığı dolayısıyla kararın uygulanma özelliği olma­dığı, İdare Mahkemesi kararına göre yeniden işlem yapılmasında hem pratik açıdan yarar görülmediği hem de hukuki ve fiili imkansızlık oluştuğu, bu nedenle isteğin yerinde görülmediği yolunda 22.6.2000 günlü ve 2000/321 sayılı karar verildiği anlaşılmaktadır.

Her ne kadar davalı idarece E: 2000/255 sayılı dava açıldıktan sonra dava­cıya başka bir lojman tahsis edildiği ve davanın konusuz kaldığı iddia edilmekte ise de yargılamanın bu hususta dikkate alınarak devam ettirildiği ve sonuçta Hakim İA’ya tahsis edilen 24 no.lu dairenin davacıya tahsis edilmesi gerekliliği vurgulana­rak tahsis işlemlerinin iptallerine hükmedildiği, davalı idarenin mahkeme kararını uygulama ve icaplarını yerine getirme noktasında Anayasa ve Yasa hükümleri ile bağımlı ve zorunlu kılındığı, bu yükümlülüğün ancak kararın aynen uygulanma­sıyla yerine getirilebileceği, davalı idarenin uyuşmazlığı kendisi tanımlayıp buna bağlı olarak yaptığı tasarruf mahkeme kararının yerine getirilmesi olarak nitelendi­remeyeceği, hareket noktasının mahkeme kararı ve bunun uygulaması olması ge­rektiği kuşkusuz olup, olayın belirtilen gelişimi hukuki olarak değerlendirildiğinde Mahkememizce verilen iptal kararına ve Anayasanın yukarıda sözü edilen açık hükmüne rağmen davalı idarenin yargı kararını uygulamaktan kaçındığı ve böyle­likle hizmet kusuru işlediği açıktır.

Doktrinde de kabul edildiği üzere manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunla hale getirmektedir. Olayın geli­şimi ve sonucu ilgilinin durumu itibariyle uğradığı manevi zarara karşılık takdir edilecek manevi tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol açmayacak miktarda, fakat idarenin olaydaki kusurun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde saptanması zorunlu bulunmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında mahkeme kararı gereğinin yerine getirilmemesi su­retiyle Hukuk Devleti ilkesinin zedelenmesi ve ağır hizmet kusuru işlenmiş olması göz önüne alınarak davacıya, olay nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabı karşılayacak şekilde ve idarenin olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığı ölçüsünde takdiren 750.000.000 lira manevi tazminat ödenmesi gerekmektedir.

Ancak idare adına verilen kararlarla ortaya çıkan ve yukarıda idarenin ağır hizmet kusuru olarak nitelendirilen “yargı kararını uygulamama ve/veya uygula­maktan kaçınma” eyleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından doğduğu açıktır. Çünkü bir hukuk devletinde, Anayasanın ve yasaların açık hükmüne karşın, hiçbir hukuki veya maddi sebep gösterilmeden bilinçli olarak sergilenen keyfi bir davranışın idareden kaynaklandı­ğını kabul etmek olanaksızdır.

Diğer yandan davacının manevi tazminata temerrüt tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesi istemi ise manevi tazminatın niteliği gereği yerinde görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle davalı idarece olayda kişisel kusuru bulunan ilgililere rücu edilmek kaydıyla davacının 750.000.000 lira manevi tazminat ödenmesi yo­lundaki isteminin KABULÜNE.

 

 

 

 

 

 

 

Yürütmenin durdurulması kararının uygulanması yolundaki başvurusunun yanıt verilmeyerek reddedilmesi işlemi iptal davasına konu olabilecek  idari işlem niteliğindedir.

Danıştay Kararı Özeti[4]: Yürütmenin durdurulması kararının uygulanması yolundaki başvurusunun yanıt verilmeyerek reddedilmesi işlemi iptal davasına konu olabilecek  idari işlem niteliğinde olduğu hk.

Dava, davacının İzmir 1. İdare Mahkemesinin … sayılı yürütmenin durdurulması kararı uyarınca kendisine tapu verilmesi yolunda yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açımlaş; İdare Mahkemesince, 2577 sayılı Yasanın 28. maddesinin 3. fıkrasına göre idare mahkemesince verilen yürütmenin durdurulması kararı üzerine işlem tesis edilmeyen ve eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği, başvuru üzerine  mahkeme kararına göre işlem tesis edilmemesi veya eylemde bulunulmamasının iptali davasına konu olabilecek idari bir işlem olmadığı, öte yandan, … günlü ve … sayılı iptal kararının Danıştay altıncı Dairesinin … günlü ve … sayılı kararı ile bozulduğu anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine kara verilmiş; karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Anayasanın 138. maddesinin son fıkrasında “… Yasama ve Yürütme Organları ile İdare mahkeme karalarına uymak zorundadır; bu organlar ve İdare, mahkeme kararlarının hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” kuralı yeralmış,  2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun Kararların Sonuçları başlıklı 28. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” Hükmü ile Anayasanın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesine ve 138. maddesine uygun bir düzenleme yapılmıştır.

Yasanın belirtilen maddesi hükmü ile kararların derhal uygulanması ilkesi konulmuş, her durumda bu sürenin 30 günü aşamayacağı belirtilmiş, kararların uygulanması için idarenin gereksinim duyduğu sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğu öngörülmüştür. Yürütmenin durdurulması kararı da Anayasa’da ve İdari Yargılama Usulü Yasasında belirtilen nitelikte bir yargı kararı olduğuna göre, bu yolda karar verilmiş bir davada idarenin; esas kararın verilmesini, bu karar temyiz edilmiş veya kararın düzeltilmesi yoluna başvurulmuş ise verilecek kararı beklemesi,  bu yolla, verilen yürütmenin durdurulması kararını sürüncemede bırakması, savsaklaması ve etkisiz kılması gibi seçeneği bulunmamaktadır.

Yine yasanın belirtilen maddesinde yer elan “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.

Mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir…” yolundaki düzenlemeleri kararın uygulanmaması halinde davacının yalnızca tazminat davası açabileceği şeklinde  yorumlamak Anayasa’nın belirtilen hükmü ile bağdaşmaz. Bir Hukuk Devletinde aslolan idarenin yargı kararını kendiliğinden uygulamasıdır. Ancak davacı da kararın uygulanması için idareye başvurabilir. Bu başvurunun reddedilmesi halinde İdare Hukuku bakımında tek yanlı irade beyanı içeren  ve ilgili hakkında hukuki sonuç yaratan bir işlem tesis edilmiş olacağından bu işleme karşı iptal davası açılabileceği kuşkusuzdur.  Öte yandan, yargı kararlarının uygulanmamasının hem bir iptal nedeni hem de ağır bir hizmet kusuru olduğu açıktır.

Uyuşmazlıkta da davacının İzmir 1. İdare Mahkemesince verilen … günlü ve E:1991/824 sayılı yürütmenin durdurulması kararının uygulanması ve kendisine tapu verilmesi yolundaki başvurusunun yanıt verilmeyerek reddedilmesi işlemi iptal davasına konu olabilecek  idari işlem niteliğindedir.

Belirtilen bütün bu hususlar ışığında uyuşmazlık konusu olay yeniden incelenerek bir karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle BOZULMASINA.


 

[1]     Cafer ERGEN, Veli BÖKE, Kaçak Yapı, Seçkin Yayınevi, Ankara,2005, sayfa 323. Uyuşmazlık Mahkemesi, E.2002/11, K.2002/10, T.25.03.2002 XE "Uyuşmazlık Mahkemesi, E.2002/11, K.2002/10, T.25.03.2002" .

[2]     Cafer ERGEN, Veli BÖKE, Kaçak Yapı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2005, Sayfa 323. Uyuşmazlık Mahkemesi, E.1999/11, K.1999/19, T.21.06.1999 XE "Uyuşmazlık Mahkemesi, E.1999/11, K.1999/19, T.21.06.1999" .

[3]     Cafer ERGEN, Arazi ve Arsa Düzenlemeleri, Seçkin Yayınevi, 2. Baskı, 2006,  Ankara, sayfa 460. Kayseri İd. Mah.’nin 5.4.2002 gün ve E: 2001/1383, K: 2002/351 s.k. Bu karar Danıştay Beşinci Dairesinin 17.3.2003 gün ve E: 2002/1907, K: 2003/838 sayılı kararı ile onanmıştır.

[4] Cafer ERGEN, İmar Planları, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2006, sayfa 630. Danıştay Altıncı Dairesinin 09.10.1996 gün ve E:1995/7076 K:1996/4029 sayılı kararı.







Bu haberin geldigi yer: Imar Hukukcusu
http://www.imarhukukcusu.com

Bu haber icin adres:
http://www.imarhukukcusu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=406