Davacıların
başvurusu üzerine 3194 sayılı İmar Kanununun 10. maddesi hükmü uygulanmak
suretiyle maliki oldukları taşınmazın davalı belediyece imar programına alınması
, bu program dahilinde geciktirilmeksizin kamulaştırılması zorunludur.
AİHM, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay’dan sonra Danıştay’dan da imarda
kısıtlılığa çözüm önerisi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 günlü, E: 2010/5-662 K: 2010/651
sayılı kararında, "....uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen
hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı
İdarenin, malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkını belirsiz bir süre için
kullanılamaz hale getirdiği, dolayısıyla malikin taşınmazdan mülkiyet hakkının
özüne uygun şekilde yararlanma olanağı kalmadığı, taşınmaz malikinin mülkiyet
hakkının hukuksal bir nedene dayanılmadan İdarece engellendiği kuşkusuzdur.
Yukarıda açıklandığı üzere, malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk
düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu'nun 683. maddesinde malike, hukuka aykırı olarak müdahalenin
önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır. Bir kişinin taşınmazına eylemli olarak el
atıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunması ile imar uygulaması
sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel
sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari ile bir fark bulunmamakta her
ikisi de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu
doğurmaktadır.
Ancak, bundan da öte; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata
geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı
İdarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza
müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne
dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el
koyma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu, her türlü izahtan varestedir."
gerekçesiyle , söz konusu uyuşmazlıkları "kamulaştırmasız el koyma" kapsamında
değerlendirmiş ve idarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen
taşınmaz mal sahibinin, dava yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri
doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer
karşılığının verilmesini isteyebileceği sonucuna varmıştır.
Bununla birlikte, benzer uyuşmazlıklarla ilgili olarak yine adli yargıda açılan
davalarda, görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkmış,
uyuşmazlığı inceleyen Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından da, 9.4.2012 günlü,
E:2012/41, K:2012/77 sayılı ve 9.4.2012 günlü, E:2011/238 , K:2012/63 sayılı
kararlarda olduğu gibi, yukarıda belirtilen konularda idari yargı görevli
bulunmuştur.
Gelinen bu noktada, ortaya çıkan hukuki boşluğun doğurduğu uyuşmazlıklar,
uyuşmazlıklarla ilgili olarak adli yargıda açılan davalarda Uyuşmazlık Mahkemesi
tarafından idari yargının görevli görülmesi; bu uyuşmazlıklarla ilgili olarak
verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları; Anayasa Mahkemesi kararından
sonra ortaya çıkan hukuki boşluğun, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1.
maddesinde yer alan "Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet
hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak
idiyse ona göre karar verir." kuralı gereğince, idari yargı organlarınca
doldurulmasını zorunlu kılmaktadır.
Danıştay’ın En Son İçtihadı aşağıda verilmektedir.
T.C.
D A N I Ş T A Y
İDARİ DAVA DAİRELERİ
KURULU
Esas No : 2007/2255
Karar No : 2012/801
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı) :
Çankaya Belediye Başkanlığı ANKARA
Vekili :
Av… -Aynı adreste
Karşı Taraf (Davacılar) :
1- …
2- …
Vekilleri :
Av. ….
İstemin Özeti :
Ankara 6. İdare Mahkemesinin 23.5.2007 günlü, E:2007/458, K:2007/1032 sayılı
ısrar kararının temyizen incelenerek bozulması, davalı idare tarafından
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi …..'nun
Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi ile ısrar kararının onanması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı ….'nın
Düşüncesi :
İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek
bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin
birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne
sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme ısrar kararının
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, gereği
görüşüldü:
Dava; Çankaya Belediye Meclisinin 2.8.1996 günlü, 150 sayılı kararı ile
değiştirilen 1/1000 ölçekli imar planında park alanında kalan Ankara, Çankaya,
1. Bölge, 6049 ada, 3,4,5 sayılı parsellerin kamulaştırılarak bedellerinin
ödenmesi, kamulaştırılmaması halinde imar planı değişikliğinden önceki duruma
dönülerek yapılaşma izni verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin
Çankaya Belediye Başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 6. İdare Mahkemesinin 31.10.2003 günlü, E:2002/766, K:2003/1721 sayılı
kararıyla; davacının imar planı değişikliği isteminin belediye meclisine
iletilerek bu meclis tarafından bir karar verilmesi gerekirken, istemin doğrudan
belediye başkanlığınca reddedilmesinde yetki yönünden hukuka uyarlık
bulunmadığı; diğer yandan, taşınmazların park alanına dönüştürüldüğü tarihten
itibaren beş yılı aşan bir süre geçtiği halde davacıların kamulaştırma
yapılmasına ilişkin istemleri, anılan taşınmazların kamulaştırma programına
alınmadığından kamulaştırılamayacağı gerekçesi ile reddedilmiş ise de, beş yılı
aşan bir süre boyunca kamulaştırma yapılmamasının, 3194 sayılı Yasanın 13.
maddesinin 1. ve 3. fıkralarının Anayasa Mahkemece iptaline ilişkin 29.12.1999
günlü, E:1999/33, K:1999/51 sayılı kararda ortaya konulan değerlendirmeler
çerçevesinde mülkiyet hakkının özünü zedelediği sonucuna varıldığı gerekçesiyle
dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
Danıştay Altıncı Dairesi'nin 7.3.2007 günlü, E:2006/4077, K:2007/1377 sayılı
kararıyla; anılan İdare Mahkemesi kararının, dava konusu işlemin imar planı
değişikliği isteminin reddi yolundaki kısmının iptali yolundaki hükmü onanmış;
dava konusu işlemin, kamulaştırma yapılması isteminin reddine ilişkin kısmının
iptali yolundaki hükmü ise, 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinin 2. fıkrası
uyarınca, davalı idarenin yargı kararı ile işlem tesisine zorlanamayacağı, İdare
Mahkemesince Anayasa Mahkemesi kararına dayanılarak, kamulaştırma yoluna
gidilmemesiyle mülkiyet hakkının özünün zedelendiği sonucuna varılarak, idareyi
işlem tesisine zorlayıcı nitelikte iptal kararı verilmesinde hukuka uyarlık
görülmediği gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesi, bozma kararına
uymayarak, dava konusu işlemin, kamulaştırma yapılması isteminin reddine ilişkin
kısmının iptali yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.
Davalı idare, Ankara 6. İdare Mahkemesinin 23.5.2007 günlü, E:2007/458,
K:2007/1032 sayılı ısrar kararını, hukuka aykırı olduğunu öne sürerek, temyiz
etmekte ve bozulmasını istemektedir.
Yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre
şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla hazırlanarak yürürlüğe konulan
3194 sayılı İmar Kanununun; 7. ve 8. maddeleriyle, belirli koşullarla,
belediyelere ve valiliklere yerleşim yerlerinde imar planlarını hazırlama ve
yürürlüğe koyma yükümlülüğü getirilmiştir.
Aynı Kanunun 10. maddesinde; "Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe
girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar
programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında
ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere
Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisince kabul edildikten
sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen
alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları
sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan
yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar.
Bu amaçla gerekli ödenek kamu kuruluşlarının bütçelerine konulur. İmar
programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince
kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle
ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer
kanunlarla verilen haklar devam eder" hükmüne yer verilmek suretiyle,
belediyelere, imar planlarını uygulamak üzere belirtilen süre içerisinde imar
programını hazırlama; programı uygulamaya koyma, ilgili yatırımcı kamu
kuruluşlarına ise imar programlarında kendi görev alanlarındaki kamu hizmeti
için ayrılan özel mülkiyete ait arsaları kamulaştırma zorunluluğu yüklenmiştir.
Anılan Kanunun 13. maddesinin, ilk halinde ise, "Resmî yapılara, tesislere ve
okul, cami, yol, meydan, otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal,
mezbaha ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut bina
varsa esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmez. Ancak imar
programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şekli devam eder.
Ancak, parsel sahibi imar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra
müracaat ettiğinde imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın
özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumî hizmetlere
ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş
alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini
yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar plânına göre inşaat yapılır. Bu
Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık
süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir......" kuralına yer
verilerek bir yandan , imar planında kamunun kullanımına ayrılan taşınmazların
maliklerine yönelik olarak, taşınmazlarını tasarruf etme konusunda kısıtlamalar
getirilirken, diğer yandan, taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının uzun süre
kısıtlanmaması amacıyla, imar planının onaylanmasından itibaren beş sene geçmesi
şartıyla, taşınmaz maliklerine belli haklar tanınmış ise de; Anayasa
Mahkemesinin 29.12.1999 günlü, E:1999/33, K:1999/51 sayılı kararı ile
"Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu
sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez.
Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu
rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün
kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye
vardırılmaması gerekir.
3194 sayılı Yasa'nın 13. maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında imar
planlarında, resmi yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan
yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam
edeceği öngörülmüştür. Yasa'nın 10. maddesinde de belediyelerin, imar
plânlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde bu planı uygulamak üzere 5
yıllık imar programlarını hazırlayacakları belirtilmiş, ancak Yasa'da bu
plânların tümünün hangi süre içinde programa alınarak uygulanacağına ilişkin bir
kurala yer verilmemiştir.
13. maddenin birinci fıkrası uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan
yerlerin mevcut kullanma şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu
belirsizliğin, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir
sınırlamaya neden olduğu açıktır.
İmar planlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet
hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir
yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin
kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını
kullanılamaz hale getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik
taşımaktadır." gerekçesiyle, 3194 sayılı Yasanın, 13. maddesinin 1. fıkrasının
iptaline,1. fıkrasının iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan 3. fıkrasının
da iptaline, iptal edilen kurallar nedeniyle meydana gelen hukuksal boşluk kamu
düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden,
Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince iptal hükmünün, kararın
Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak 6 ay sonra yürürlüğe girmesine karar
verilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin aktarılan iptal kararının, esas itibarıyla, 3194 sayılı
Yasanın 13. maddesinin 1. fıkrasında öngörülen kısıtlamaların neden olduğu
belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet
hakkını kullanılamaz hale getirdiği gerekçesine dayandığı, aynı maddenin,
mülkiyet hakkı kısıtlanan kişilere bazı güvenceler sağlayan 3. fıkrasının ise,
1. fıkranın iptali sonucu uygulanma olanağı kalmaması nedeniyle, zorunlu olarak
iptal edildiği , bu iptalin doğuracağı hukuki boşluk öngörülerek yasama organına
yeni bir yasal düzenleme yapılması amacıyla süre verildiği anlaşılmaktadır.
Anılan Anayasa Mahkemesi kararı; 29.06.2000 günlü, 24094 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlanmış ve bugün itibarıyla altı aylık süre dolmuş ise de, henüz oluşan
hukuki boşluğu doldurmak amacıyla herhangi bir yasal düzenleme yapılmamıştır.
Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararı ve bu iptal kararının doğurduğu hukuki
boşluğu giderecek yeni bir yasal düzenlemenin halen yapılmaması sonucunda ortaya
çıkan mevcut hukuksal durumda, bir yandan, imar planlarında kamunun kullanımına
ayrılmış taşınmazlar üzerinde, maliklerin ne gibi tasarruflarda bulunacağı ya da
bulunamayacağı konusu belirsiz hale gelmiş; diğer yandan, kamunun kullanımına
ayrılmış olmakla birlikte henüz kamulaştırılmamış olan taşınmazlarla ilgili
olarak da malikler tamamen güvenceden yoksun kalmıştır. Her ne kadar, 3194
sayılı Yasanın yukarıda metnine yer verilen 10 maddesinde, imar planlarının
yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5
yıllık imar programlarının hazırlanacağı ve program kapsamındaki taşınmazların
ilgili kamu kuruluşlarınca kamulaştırılacağı öngörülmüş ise de, yukarıda yer
verilen Anayasa Mahkemesi kararında da açıklandığı gibi, imar programlarının;
dayanağı imar planlarının tümünü kapsaması hukuken zorunlu olmadığından; imar
programı dışında kalan taşınmazların hukuki durumu, bu taşınmazların
kamulaştırılacağı zaman, malikin mülkiyet hakkı üzerindeki kısıtlamaların süresi
konularındaki belirsizliğin uzun süre devam etmesi olasıdır.
Nitekim, uygulamaya bakıldığında; imar planlarında kamunun kullanımına ayrılmış
olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde, maliklerin ileriye dönük tasarruflarda
bulunamadıkları, taşınmazları kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden
satış değerlerinin düştüğü, bu arsaların rayiç değerinden satılamadığı, ancak
kamulaştırma bedelini almak suretiyle yarar sağlamalarının mümkün olduğu; diğer
taraftan, Belediyelerin veya ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının, ödenek
yetersizliği gibi nedenlerle, kamunun kullanımına ayrılmış taşınmazları
kamulaştırmada uzun süre geciktikleri; ayrıca, kamu hizmeti gereklerine uygun
olarak ikame edecek başka bir yeri belirleme ve yer değişikliği için ilgili
yatırımcı kuruluşun görüşünü alma mükellefiyetinden dolayı, belediyelerin uzun
süre kamulaştırılmayan özel mülkiyetteki taşınmazları, imar planlarında
değişiklik yapmak suretiyle plandan çıkarmayı istemedikleri görülmektedir.
Aktarılan hukuksal durum ve uygulamada karşılaşılan diğer sorunların, kişilerin
mülkiyet hakkını kısıtladığı ve bu nedenle, Türkiye tarafından 18.5.1954
tarihinde onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Eki 1. Protokolün 1.
maddesinin 1. bendinde "Her gerçek ve tüzel kişi, maliki olduğu şeyleri barışçıl
bir biçimde kullanma hakkına sahiptir. Kamu yararı gerektirmedikçe ve
uluslararası hukukun genel ilkeleri ile hukukun aradığı koşullara uyulmadıkça,
hiç kimse mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.." hükmüne aykırı durumların ortaya
çıkmasına yol açabileceği açıktır.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, benzer bir mülkiyet hakkı ihlali
iddiasıyla açılmış olan, Hakan Arı/Türkiye Davasında (Başvuru No:13331/07)
11.1.2011 gününde verdiği kararda , ".... başvuran mülkiyet hakkına karşı
orantısız bir müdahalenin yapıldığını öne sürmektedir.
Hükümet mülkiyetten yoksun bırakma gibi bir durumun sözkonusu olmadığını ve
başvuranın arazisini kullanmaya ve fidanlık olarak ekip biçmeye devam
edebileceğini savunmaktadır.
AİHM'ye göre başvuranın mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale sözkonusudur.
Taşınmazın şehir imar planında okul yapımı için öngörülmesi yalnızca imar
yasağından etkilenmesine yol açmamış, aynı zamanda araziden istifade edilmesini
de olanaksız hale getirmiştir. Geriye Ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal
edilip edilmediğini tespit etmek kalmaktadır.
AİHM başvuranın taşınmazına el atılmaması nedeniyle re'sen gerçekleşmiş bir
müdahalenin olmadığını gözlemlemektedir. AİHM bunun yanı sıra mülkiyetin
transferinin gerçekleşmemiş olduğu ihtilaf konusu davayı görünenlerin ötesine
geçerek gerçek yüzüyle inceleyeceğini belirtmektedir (...). AİHM bu bağlamda,
başvuran tarafından öne sürülen durumun etkilerinin mülkiyet hakkına yönelik
kısıtlamalardan ileri geldiğini, gayrimenkulün değeri ile ilintili olduğunu ve
sonucu itibarıyla bütün olarak taşınmazın kullanılabilirliğini azalttığını
anımsatır. AİHM buna karşın, özüne yönelik kayba uğrasa da mezkur hakkın
kaybolmadığını not etmektedir. Dile getirilen bütün bu tedbirlerden başvuranın
mülkiyet hakkından yoksun bırakıldığı gibi bir çıkarımda bulunulamamaktadır.
Başvuran ne taşınmazına erişim hakkını ne de onun maliki olmayı kaybetmiş,
esasen taşınmazın satışı konusunda sıkıntı yaşamıştır. .....
AİHM yine de başvuran tarafından dile getirilen durumun Ek 1 No'lu Protokol'ün
1. maddesinin ilk
cümlesi kapsamına girdiğini ifade etmektedir (....).
AİHM kamu yararının gerekleri ile başvuranın temel haklarının korunması arasında
hüküm sürmesi gereken adil dengenin gözetilip gözetilmediğini incelemeye
alacaktır (.....)......
Başvuranın imar iznini elde etme konusunda meşru bir beklentisi bulunmaktadır.
Zira okul inşaatının öngörüldüğü şehir imar planını müteakip kamulaştırma
amacıyla sonradan araziye imar yasağı getirilmiştir. Bu yasak halen
sürmektedir....
AİHM başvuranın ilgili bütün bu dönem boyunca mülkiyetinin akıbeti konusunda bir
belirsizliğe itildiğini gözlemlemektedir. İlk etapta idari bütçe kaynaklarının
yetersizliği nedeniyle mezkur arazi kamulaştırılamamış, ikinci süreçte
belediyenin 22 Eylül 2005 tarihinde kabul ettiği yeni şehir imar planına göre
başvuranın taşınmazı bir kez daha okul yapımı kararından etkilenmiştir.
AİHM bu bağlamda, Hükümet tarafından iç hukukta başvuranın taşınmazının
belirsizliğini telafi edecek herhangi bir hukuki kararın alındığı dile
getirilmemiştir.
AİHM sözkonusu bu durumun başvuranın mülkiyet hakkından tam anlamıyla
yararlanması önünde engel teşkil ettiğine ve arazinin satış şansı da dahil,
sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde azalttığına itibar
etmektedir.
Ayrıca başvuranın uğradığı kayıp hiçbir tazminat miktarı ile giderilmemiştir.
Bütün bu sözü edilenler AİHM'yi başvuranın, kamu yararının gerekleri ile
mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan alışılmışın
dışında ve ölçüsüz bir yüke katlanmak zorunda kaldığı yönünde düşünmeye sevk
etmektedir ....
AİHM bu nedenle Ek 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna
varmaktadır." Gerekçesiyle Türkiye'yi tazminat ödemeye mahkum etmiştir.
Bu arada, benzer uyuşmazlıkların adli yargıda dava konusu edilmeleri üzerine
adli yargı yerlerinin ve bu yargı kolunun yüksek mahkemesi olan Yargıtayın,
konuyu çözümsüz bırakmamak amacıyla uyuşmazlıklara medeni hukuk kuralları
çerçevesinde çözümler getirmeye çalıştığı görülmektedir. Konunun en belirgin
şekilde tartışıldığı ve karara bağlandığı örnek ise Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 15.12.2010 günlü, E: 2010/5-662 K: 2010/651 sayılı kararıdır. Bu
kararda, "....uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata
geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı
İdarenin, malikin taşınmaz üzerindeki tasarruf hakkını belirsiz bir süre için
kullanılamaz hale getirdiği, dolayısıyla malikin taşınmazdan mülkiyet hakkının
özüne uygun şekilde yararlanma olanağı kalmadığı, taşınmaz malikinin mülkiyet
hakkının hukuksal bir nedene dayanılmadan İdarece engellendiği kuşkusuzdur.
Yukarıda açıklandığı üzere, malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk
düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu'nun 683. maddesinde malike, hukuka aykırı olarak müdahalenin
önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır. Bir kişinin taşınmazına eylemli olarak el
atıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunması ile imar uygulaması
sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel
sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari ile bir fark bulunmamakta her
ikisi de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu
doğurmaktadır.
Ancak, bundan da öte; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata
geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı
İdarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza
müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne
dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız el
koyma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu, her türlü izahtan varestedir."
gerekçesiyle , söz konusu uyuşmazlıkları "kamulaştırmasız el koyma" kapsamında
değerlendirmiş ve idarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen
taşınmaz mal sahibinin, dava yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri
doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer
karşılığının verilmesini isteyebileceği sonucuna varmıştır.
Bununla birlikte, benzer uyuşmazlıklarla ilgili olarak yine adli yargıda açılan
davalarda, görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkmış,
uyuşmazlığı inceleyen Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından da, 9.4.2012 günlü,
E:2012/41, K:2012/77 sayılı ve 9.4.2012 günlü, E:2011/238 , K:2012/63 sayılı
kararlarda olduğu gibi, yukarıda belirtilen konularda idari yargı görevli
bulunmuştur.
Gelinen bu noktada, ortaya çıkan hukuki boşluğun doğurduğu uyuşmazlıklar,
uyuşmazlıklarla ilgili olarak adli yargıda açılan davalarda Uyuşmazlık Mahkemesi
tarafından idari yargının görevli görülmesi; bu uyuşmazlıklarla ilgili olarak
verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları; Anayasa Mahkemesi kararından
sonra ortaya çıkan hukuki boşluğun, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1.
maddesinde yer alan "Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet
hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak
idiyse ona göre karar verir." kuralı gereğince, idari yargı organlarınca
doldurulmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu nedenle, uyuşmazlık, açıklanan çerçevede incelenmiştir.
Anayasanın 35. maddesinde; "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir." hükmü yer almış;
yine Anayasanın 13. maddesinde " Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." hükmüne yer verilmiştir.
Anayasanın 90/4. maddesi uyarınca, içhukukumuz bakımından da bağlayıcı olan
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 No’lu ek Protokolünün 1. maddesinde de,
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini
isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen
koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden
yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek (...) için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” düzenlemesi yer
almıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacıların maliki oldukları Ankara , Çankaya, 1.
Bölge, 6049 ada, 3,4,5 sayılı parsellerin, Çankaya Belediye Meclisinin 2.8.1996
günlü, 150 sayılı kararı ile değiştirilen 1/1000 ölçekli imar planında park
alanında kaldığı; park alanında kalması nedeniyle davalı belediyece yapılaşma
izni verilmediği, ancak bugüne kadar da kamulaştırılmadığı; imar planı
değişikliği üzerinden 5 yıldan fazla bir süre geçmesi üzerine söz konusu
parsellerin kamulaştırılarak bedellerinin ödenmesi, kamulaştırılmaması halinde
imar planı değişikliğinden önceki duruma dönülerek yapılaşma izni verilmesi
istemiyle yapılan başvurunun Çankaya Belediye Başkanlığı işlemi ile reddi
üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacılara ait söz konusu parsellerin , imar planında kamunun kullanımı için
park alanı olarak ayrılması nedeniyle bu parsellerde artık yapılaşmaya
gidilemeyeceği ve bu nedenle maliklerinin tasarruf haklarının kısıtlandığı
açıktır. İdareye başvuru tarihi itibarıyla beş yıldan fazla bir süre geçmiş
olmasına karşın davalı idarecekamulaştırma yapılmadığı gibi ne zaman
yapılabileceği konusunda da davacılara bir bilgi de verilmemiştir. Bu nedenle,
davacıların maliki oldukları parsellerin durumu ve mülkiyet hakkından yararlanma
olanakları belirsizlik içindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yukarıda da yer verilen, Hakan Arı/Türkiye
Davasında (Başvuru No:13331/07) verdiği kararda, sözkonusu bu durumun başvuranın
mülkiyet hakkından tam anlamıyla yararlanması önünde engel teşkil ettiği ve
arazinin satış şansı da dahil, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı
sayılır ölçüde azalttığı değerlendirmesinde bulunarak, malikin, kamu yararının
gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan
alışılmışın dışında ve ölçüsüz bir yüke katlanmak zorunda kaldığı sonucuna
varmış ve Türkiyenin ilgili kişinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğine karar
vermiştir.
Bu bağlamda, uyuşmazlık konusu olayda da, davacıların mülkiyet haklarının
belirsiz bir süre ile kısıtlandığı açık olup bu kısıtlamanın kaldırılmaması
sonucunu doğuran işlemlerde bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
Diğer yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aynı kararında, böylesi karmaşık ve
düzenleme yapılmasını gerektiren alanlarda Devletlerin şehir planlamasına
yönelik politikalarında belirli bir takdir payından yararlanmalarının doğal
olduğunu, güdülen amaç çerçevesinde, mülkiyet hakkına yönelik müdahalede genel
kamu menfaatlerine riayet edildiği değerlendirmesinde de bulunmuştur. Keza,
Anayasa Mahkemesi, İmar plânlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar
karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin
gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmadığını belirtmiştir.( Anayasa Mahkemesinin
29.12.1999 günlü, E:1999/33, K:1999/51 sayılı kararı)
Bu nedenle, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi
gereken adil dengenin bozulduğundan ve mülkiyet hakkının kullanımının
belirsizliğe itildiğinden sözedilebilmesi için, imar planının onaylanmasından
sonra kamulaştırmanın ne kadar zaman içinde yapılması gerektiği belirlenmelidir.
Bugün itibarıyla, mevzuatta bu konuyu düzenleyen açık bir düzenleme yer
almamaktadır.
3194 sayılı Yasanın 13. maddesinin, Anayasa Mahkemesince iptal edilen 3.
fıkrasında, imar planının onaylanmasından itibaren, beş yıl sonra müracaat
edildiğinde, umumî hizmetlere ayrılan alanlarda, hizmet ile ilgili yapıların
yapımından vazgeçildiğine dair görüş alınması şartıyla, taşınmaz maliklerine
bazı haklar tanınmıştır.
Diğer yandan, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 23. maddesinde, kamulaştırma
bedelinin kesinleşmesi tarihinden itibaren beş yıl içinde, kamulaştırma ve
devir amacına uygun hiç bir işlem veya tesisat yapılmaması veya kamu yararına
yönelik bir ihtiyaca tahsis edilmeyerek taşınmaz malın olduğu gibi bırakılması
şartıyla malike taşınmazını geri alma hakkı öngörülmüştür.
Görüldüğü üzere, yasa koyucu, mülkiyet hakkını ilgilendiren konularda, idarenin
beş yıl boyunca hareketsiz kalmasını, malikler lehine bazı haklar doğması
bakımından yeterli görmüştür.
Yasa koyucunun bu eğiliminin, uyuşmazlık konusu olayda da kıyasen uygulanması
hukuka ve hakkaniyete uygun olacağından, imar planlarının onaylanmasından
itibaren beş geçmesine karşın, ilgili idarelerce kamunun kullanımına ayrılan
taşınmazların kamulaştırılmaması durumunda, mülkiyet hakkının kullanımının
belirsizliğe itildiğini, dolayısıyla, kamu yararının gerekleri ile mülkiyet
hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulduğunu kabul etmek
gerekmektedir.
Uyuşmazlık konusu olayda da, söz konusu beş yıllık süre geçmiştir.
Bu itibarla, davacıların başvurusu üzerine 3194 sayılı İmar Kanununun 10.
maddesi hükmü uygulanmak suretiyle maliki oldukları taşınmazın davalı belediyece
imar programına alınması , bu program dahilinde geciktirilmeksizin
kamulaştırılması zorunludur.
Dava konusu olan uyuşmazlığa ilişkin olarak yukarıda açıklanan hukuki sonuca
varıldıktan sonra, davalı idarenin, özellikle İstanbul, Ankara gibi metropoller
için yapılmış imar planlarında kamunun kullanımına ayrılmış olan yerlerin
tümünün aynı anda imar programlarına alınamayacağı , dolayısıyla hepsinin
birden kamulaştırılamayacağı, mali ve idari yönden bunun imkan dahilinde
olmadığı yolundaki iddialarının da değerlendirilmesi gerekli görülmüştür. 5393
sayılı Belediye Kanunun 14. maddesinde, hizmetlerin yerine getirilmesinde
öncelik sırasının belirlenmesinde, belediyenin malî durumu yanında hizmetin
ivediliğinin dikkate alınacağı kuralına yer verilmiştir. Ayrıca 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanununun 3. maddesinde, idarelerce yeterli ödenek temin edilmeden
kamulaştırma işlemlerine başlanılamayacağı kuralı yer almıştır. Bu kurallar
uyarınca, imar planlarını hazırlamakla yükümlü olan idarelerin , ilgili diğer
idarelerle koordinasyon içinde hareket ederek, gerek imar planlarının, gerek
imar programlarının hazırlanması aşamasında, kamu hizmetleri için ihtiyaç
duyulan ve kamulaştırılması gereken taşınmazları belirlerken, ödenek durumunu ve
hizmete duyulan ihtiyaç çerçevesinde hizmetin aciliyetini dikkate alarak kamunun
kullanımına ayrılacak taşınmazları belirlemesi, kamu yararının gerekleri ile
mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengenin bozulmaması ve
mülkiyet hakkının kullanımının belirsizliğe itilmemesi, dolayısıyla
uyuşmazlıklara neden olunmaması için hukuka uygun bir yöntem olacaktır.
Bu durumda, aksi yöndeki dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Ankara 6. İdare
Mahkemesinin 23.5.2007 günlü, E:2007/458, K:2007/1032 sayılı kararının yukarıda
yer verilen gerekçeyle ONANMASINA, 24.5.2012 gününde oybirliği ile karar
verildi.
İdare Hukuku Ana Sayfa,
İdari Yargı,
İmar Hukuku,
Kamu Görevlileri (Memur) Hukuku,
İdare,
İhale Hukuku,
Kamu Mali Yönetimi,
Vergi Hukuku,
Başlıklar,
Haberler,
Makale,
İçtihat,
Mevzuat,
Hukuki Açıklamalar,
Dava Dilekçeleri,
Linkler, Sitene
Ekle,
English