Yeni Sayfa 4
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı
: 2001/226
Karar Sayısı : 2006/119
Karar Günü : 22.12.2006
İTİRAZ YOLUNA BA?VURAN MAHKEMELER:
1-
Ankara 11. Sulh Ceza Mahkemesi
(Esas: 2001/226)
2-
Konya 1. İdare Mahkemesi (Esas: 2004/29)
3-
Zeytinburnu 2. Sulh Ceza Mahkemesi (Esas: 2005/7)
İTİRAZLARIN KONUSU:
15.5.1930 günlü, 1608
sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkâmı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 Tarih ve
486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil
Kanun’un,
1- 2575 sayılı Yasa ile
değiştirilen 5. maddesinin birinci fıkrasının ilk tümcesinin,
2- 2575 sayılı Yasa ile
değiştirilen 6. maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinin,
3- 10. maddesinin ikinci
fıkrasının,
Anayasa’nın 2.,
8., 9., 19., 125., 140., 141., 142. ve 155. maddelerine aykırılığı savıyla
iptali istemidir.
Yeni Sayfa 3
I - OLAY
1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesine göre, işyerinin
kapatılmasına ve para cezası verilmesine ilişkin idari yaptırımlar uygulanması
şeklindeki işlemlerin kaldırılması istemiyle yapılan başvuruları inceleyen ve
itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkemeler,
iptal istemiyle başvurmuşlardır.
II - İTİRAZLARIN GEREKÇELERİ
Başvuran Mahkemeler,
-1608
sayılı Yasa’nın 5. maddesinin birinci fıkrasının ilk tümcesi ile ilgili olarak
özetle;
Bakılmakta olan davaların konusunu
oluşturan para cezaları ile iş yeri kapatma cezalarının birer idari işlem
olduğunu, idari uğraş alanında ve kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş bir
yönetsel işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın idari yargı yerinde çözümlenmesi
gerektiği halde sulh ceza mahkemesinin görevli kılınmış olmasının hukuk devleti
ilkesi ile bağdaşmadığını, zira hukuk devleti ilkesinin yargılamanın doğal ve
asli yerinde yapılmasını gerekli kıldığını belirterek, itiraz konusu kuralın,
adli ve idari yargı ayrımına yer veren ve idari işlemlerin kural olarak idari
yargı yerlerinde çözümlenmesi ilkesini benimsemiş olan Anayasa’nın 2.,
8., 9., 125., 140., 142. ve 155. maddelerine aykırı olduğu savını ileri
sürmüşlerdir.
-1608
sayılı Yasa’nın 6. maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesi ile ilgili
olarak ise özetle;
Bu düzenlemenin günün şartlarında
uygulanamaz duruma geldiğini, ayrıca 1608 sayılı Yasa’dan sonra çıkartılan özel
yasalar sebebiyle de uygulanmasının mümkün olmadığını belirterek, yasalardaki
aykırılıkların Anayasa’ya aykırılığı da beraberinde getirdiği savına yer
vermişler fakat bu durumun Anayasa’nın hangi maddelerine aykırı olduğunu açıkça
göstermemişlerdir.
-1608
sayılı Yasa’nın 10. maddesinin ikinci fıkrası ile ilgili olarak da özetle;
Anayasanın 19.
maddesine göre herkesin kişi hürriyeti ve güvenliğine sahip olduğunu,
mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin
yerine getirilmesi hali ile Anayasada sayılan diğer durumlar dışında kimsenin
hürriyetinden yoksun bırakılamayacağını; 1608 sayılı yasanın 10. maddesinde
olduğu gibi, belediye idarelerine bir kimsenin tutuklanmasını gerektiren
nitelikte karar verme yetkisinin tanınmasının Anayasa’nın 19. maddesine aykırı
olduğunu ileri sürmüşlerdir.
III - YASA METİNLERİ
A - İtiraz Konusu Yasa Kuralları
15.5.1930 günlü, 1608
sayılı “Umuru Belediyeye Müteallik Ahkâmı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 Tarih
ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil
Kanun”un, itiraz konusu bölümleri de içeren 5., 6. ve
10. maddeleri şöyledir:
“Madde 5 – (Değişik: 5/7/1934 -
2575/2 md.)
Ceza kararlarına tebliği tarihinden itibaren beş
gün içinde mahsus hâkimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hâkimliğine müracaatla
şifahi veya yazılı itiraz olunabilir.
İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir.
İtirazda sebep gösterilmesi şarttır. Sebep
gösterilmiyen itirazlar yapılmamış sayılır. Ticaret
ve sanattan men kararlariyle para cezasını
vermediğinden dolayı hapse değiştirme hükmünün infazı itirazın neticesine kadar
geri bırakılır.”
“Madde 6 – (Değişik: 5/7/1934 -
2575/2 md.)
İtiraz üzerine tetkikat evrak üstünde yapılır.
İtiraz, cezanın salâhiyeti olmayanlar tarafından
tâyin olunduğu ve tutulan zabıt varakasının sahteliği
ve ceza tâyinine müessir olacak maddi ve fahiş hataya müstenit bulunduğu
hususlarına münhasır olmak üzere dermeyan edilebilir. Bu sebeplere dayanan
itirazlar varit ise hâkim ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise
belediyenin geri vermesine hükmeder. İtiraz varit görülmezse karar tasdik
olunur. İtirazın otuz gün içinde neticelendirilmesi mecburidir.
Hâkim izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini
celbederek dinliyebilir.
Zabıt varakasının sahteliği iddiasından başka hallerde zabıt varakasını yapan
memurlar celp ve davet olunmaz.
“Madde 10 –
Bu kanunda yazılı para cezaları belediye idareleriyle belediye zabıta vazifesini
ifa eden memurlar tarafından infaz ve tahsil olunur. Cezayı vermeyenlerin hapis
hükmü müstesna olmak üzere Tahsili Emval Kanunu mucibince mallarına müracaat
edilir.
Cezayı ödemekten aczi tahakkuk edenler hakkında
tayin edilmiş olan para cezasının her bir lira ve küsuru için bir gün
hapsedilmek üzere belediye idarelerinin verecekleri müzekkereler cumhuriyet
müddeiumumiliklerince infaz olunur.
Bu suretle hapsedilenler mahpus iken cezayı
öderlerse mahpus kaldıkları müddetin bir günü için bir lira tenzil edilerek
mütabaki hapisten sarfı nazar olunur.”
B - Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru kararlarında Anayasa’nın
2., 8., 9., 19.,
125., 140., 141., 142. ve 155. maddelerine dayanılmıştır.
IV - İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8.
maddesi gereğince değişik tarihlerde yapılan ilk inceleme toplantılarında,
dosyalarda eksiklik bulunmadığından işlerin esasının incelenmesine oybirliğiyle
karar verilmiştir. 2001/226 Esas sayılı dosyada
öncelikle 1608 sayılı Yasa’nın itiraz konusu
10. maddesinin ikinci fıkrası yönünden uygulanacak kural sorunu üzerinde
durulmuştur.
Anayasa’nın 152. ve 2949 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 28.
maddesine göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak
bir kanunun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa’ya aykırı
görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık savının ciddi olduğu
kanısına varırsa, bu hükmün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya
yetkilidir. Ancak, bu kurallar
uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilmesi için, elinde
yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali
istenen kuralın o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak yasa kuralları,
bakılmakta olan davayı yürütmeye, uyuşmazlığı çözmeye, davayı sona erdirmeye
veya kararın dayanağını oluşturmaya yarayacak kurallardır.
Dava konusu uyuşmazlıkta Mahkeme, davalı belediye
encümeni’nin kararının iptali yönündeki istemin kabulü ya da reddi yönünde karar
verecek ve bundan sonraki aşamada bu kararın infaz edilmesi söz konusu
olacaktır. Dolayısıyla 1608 sayılı Yasa’nın 10. maddesinin iptali istenilen
ikinci fıkrasındaki “cezayı ödemekten acz”e ilişkin
düzenleme, davalı belediye encümeni kararının iptali istemiyle açılan davada
uygulanacak kural niteliğinde olmayıp, kararın infaz edilmesi aşamasında
uygulanacak kural niteliğindedir.
Bu nedenle, 1608 sayılı
Yasa’nın 10. maddesinin ikinci fıkrası, itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin
davada uygulayacağı kural olmadığından, buna ilişkin başvurunun, Mahkeme’nin
yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, 10.4.2001 gününde OYBİRLİ?İYLE karar
verilmiştir.
V - ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin
esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları
ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A - Birleştirme Kararı
15.5.1930 günlü, 1608 sayılı “Umuru Belediyeye Müteallik Ahkâmı Cezaiye Hakkında
16 Nisan 1340 Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini
Muaddil Kanun”un 2575 sayılı Yasa ile değiştirilen
5. maddesinin birinci fıkrasının ilk tümcesinin
iptali istemiyle yapılan itiraz başvurularına
ilişkin 2004/29 ve 2005/7 esas sayılı davaların, aralarındaki hukuki irtibat
nedeniyle 2001/226 Esas sayılı dava ile BİRLE?TİRİLMESİNE, esaslarının
kapatılmasına, esas incelemenin 2001/226 esas sayılı dosya üzerinden
yürütülmesine, OYBİRLİ?İYLE karar verilmiştir.
B - 30.3.2005 Günlü, 5326 Sayılı
Kabahatler Kanunu’nun Kimi Hükümlerini Değiştiren 6.12.2006 Günlü, 5560 Sayılı
Yasa’nın 31. Maddesinin İtiraz Başvurularına Etkisinin Değerlendirilmesi
19.12.2006 tarihinde Resmi Gazete’de
yayımlanarak aynı gün yürürlüğe girmiş olan
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31.
maddesiyle Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi şu şekilde değiştirilmiştir:
“Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna
ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya
mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır.”
5326 sayılı Kabahatler
Kanunu’nun 5560 sayılı Yasa ile değişik 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının a)
bendi uyarınca, Kabahatler Kanunu’nun “idari yaptırım kararlarına karşı kanun
yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde”
uygulanacaktır.
Kabahatler Kanunu’nun “Karar Verme Yetkisi ve
Kanun Yolları” başlıklı Dördüncü Bölümünde 27. maddede “Başvuru Yolu”,
28. maddede “Başvurunun İncelenmesi”, 29. maddede “İtiraz Yolu”
konuları düzenlenmiştir.
Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin
idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren
en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine
başvurulabil(eceği)…” belirtilmiştir.
İncelenen itiraz başvurularında anayasaya aykırılığı iddia edilmiş olan 1608
sayılı Yasa’nın 5. maddesinin birinci fıkrasının itiraz konusu ilk tümcesinde
ise, “Ceza kararlarına tebliği tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus
hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine
müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir” hükmü yer almaktadır.
Bu iki düzenleme karşılaştırıldığında, 1608 sayılı
Yasa’nın 5. maddesinin 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi bağlamında
“aksine hüküm” içeren bir düzenleme olarak nitelenip nitelenemeyeceği hususunun
üzerinde durulması gerekmektedir. Sözü edilen düzenlemede yer alan, diğer
kanunlarda aksine hüküm bulunup bulunmamasına ilişkin ibareden, diğer kanunlarda
yer alan ve idari yaptırım kararlarına yönelik itirazları inceleme görevini
idari yargı yerlerine veren düzenlemelerin kastedildiği açıktır. Bu nedenle,
gerek 1608 sayılı Yasa’nın itiraz konusu düzenlemesinde gerekse, Kabahatler
Kanunu’nun 27. maddesinde yer alan düzenlemede sulh ceza mahkemesinin görevli
kılınması karşısında 1608 sayılı Yasa’nın 5. maddesinde yer alan düzenlemenin
aksine değil paralel hüküm içeren bir yasal düzenleme olduğunun kabulü gerekir.
Böylece, dava konusu uyuşmazlıkların hangi yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği
sorusunun cevabı bağlamında 1608 sayılı Yasa’nın 5. maddesinin ilk fıkrasının
itiraz yoluna başvuran mahkemelerin bakmakta oldukları davalarda uygulanacak
kural olma niteliğini devam ettirdiği görülmektedir. Bu nedenle, itiraz
başvurularının esası hakkında karar verilmesi gerekir.
Sacit
ADALI ile Mehmet ERTEN bu düşünceye katılmamıştır.
C - Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
1 -
Yasa’nın 5. Maddesinin
Birinci Fıkrasının İlk Tümcesinin İncelenmesi
Başvuru kararlarında
özetle, bakılmakta olan
davaların konusunu oluşturan para cezaları ile iş yeri kapatma cezalarının birer
idari işlem olduğu, idari uğraş alanında ve kamu gücü kullanılarak tesis edilmiş
bir yönetsel işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın idari yargı yerinde çözümlenmesi
gerektiği halde sulh ceza mahkemesinin görevli kılınmış olmasının hukuk devleti
ilkesi ile bağdaşmadığı, zira hukuk devleti ilkesinin yargılamanın doğal ve asıl
yerinde yapılmasını gerekli kıldığı, itiraz konusu kuralın adli ve idari yargı
ayrımına yer veren ve idari işlemlerin kural olarak idari yargı yerlerinde
çözümlenmesi ilkesini benimsemiş olan Anayasa’nın 2.,
8., 9., 125., 140, 142. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
15.5.1930 günlü, 1608
sayılı Yasa’nın 3.1.1940 günlü, 3764 sayılı Yasa ile değişik 1. maddesinde “Belediye
meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği
vazife ve salâhiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket
edenlerle belediye kanun nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri
işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve
üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat
icrasından men’e … belediye
encümenleri salâhiyettardır. (...)”;
aynı Yasa’nın 5.7.1934 günlü 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin iptali
istenilen tümceyi de içeren ilk fıkrasında da
“Ceza kararlarına tebliği tarihinden
itibaren beş gün içinde mahsus hâkimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hâkimliğine
müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir.
İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir.”
denilmektedir.
Anayasa’nın, Cumhuriyetin niteliklerinin
belirlendiği 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik, sosyal bir
hukuk Devleti olduğu vurgulanmıştır.
Hukuk Devleti, insan haklarına saygılı ve bu
hakları koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini
yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan Devlettir.
Hukuk Devleti ilkesi, Devletin tüm organlarının üstünde hukukun mutlak
egemenliğinin bulunmasını, yasakoyucunun da her
zaman Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile kendisini bağlı saymasını
gerektirir.
Anayasa’nın 125. maddesinin
birinci fıkrasında, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu
açıktır”; 140. maddesinin birinci fıkrasında, “Hâkimler ve savcılar adlî ve
idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar”; 142. maddesinde,
“Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri işleyişi ve yargılama usulleri
kanunla düzenlenir”; 155. maddesinin birinci fıkrasında da, “Danıştay, idarî
mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar
ve hükümlerin son inceleme merciidir.
Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son
derece mahkemesi olarak bakar” kurallarına yer verilmiştir.
İdarenin hizmetlerini gereği gibi ve ivedilikle
görebilmesi için, yaptırım uygulama yetkilerine gereksinimi vardır. İdare bu
yetkilerle, kamu düzeni ve güvenliğini, kamu sağlığını, ulusal servetleri
zamanında ve gereği gibi koruyabilir. Bu nedenle, idareye, geniş ve çeşitli
yaptırımlar uygulama yetkisi tanınmıştır. Kişilere, idare hukuku alanındaki
düzene aykırı davranışları nedeniyle verilen idarî cezalar, idarî yaptırımların
en önemlilerinden biridir.
Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir
hukuk devleti olduğunu vurgularken, Devlet içinde tüm kamusal yaşam ve yönetimin
yargı denetimine bağlı olmasını amaçlamıştır. Çünkü yargı denetimi demokrasinin
“olmazsa olmaz” koşuludur. Anayasa’nın “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolu açıktır” kuralıyla benimsediği husus da etkili bir yargısal
denetimdir. Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında yer alan bu kural,
yönetimin kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren tüm eylem ve işlemlerini
kapsamaktadır. Kural olarak bunlardan kamu hukuku alanındaki eylem ve işlemler
için idarî yargının, özel hukuk alanındakiler için de adlî yargının görevli
olduğunda duraksanamaz.
İtiraz konusu Yasa
kuralında, 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesine göre tesis edilen idari işlemlere
karşı yapılacak itirazları inceleme görevi sulh ceza mahkemelerine verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel
gelişime paralel olarak Anayasa’da adlî ve idarî yargı ayrımına gidilmiş ve
idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili
kılınmıştır. Bu nedenle, kural olarak idare hukuku alanına giren konularda idarî
yargı, özel hukuk alanına giren konularda adlî yargı görevli olacaktır. Bu
durumda idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî
yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun
mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. İdarî
yargının denetimine bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümü, haklı
neden ve kamu yararının bulunması halinde yasakoyucu
tarafından adlî yargıya bırakılabilir.
Buna göre, haklı nedenlerin
ve kamu yararının bulunması halinde idari işlemlere yönelik itirazları inceleme
görevi yasakoyucu tarafından adli yargıya
bırakılabilir. Bu çerçevede, belediyelerce uygulanan kimi
idari yaptırımlara karşı, belediye teşkilatının yaygınlığına paralel bir idari
yargı teşkilatlanmasının söz konusu olmaması nedeniyle sulh ceza mahkemelerine
başvuru olanağı tanınmasının hak arama özgürlüğünü kolaylaştırıcı nitelikte
olduğu, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasını olanaklı kıldığı ve sayılan
hususların sözü edilen itirazları inceleme görevinin adli yargıya bırakılmasının
haklı nedenini oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle
itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa’ya aykırı değildir; iptal isteminin reddi
gerekir.
Tülay TU?CU, Fulya
KANTARCIO?LU, Mustafa YILDIRIM, Serruh KALELİ ve
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamışlardır.
İtiraz konusu Yasa
kuralının Anayasanın 8., 9. ve 141. maddeleriyle
ilgisi görülmemiştir.
2 - Yasa’nın 6. Maddesinin
İkinci Fıkrasında Yer Alan “… itirazın otuz gün
içinde neticelendirilmesi mecburidir” Kuralının İncelenmesi.
Başvuru kararlarında, itiraz konusu yasa kuralının
günün şartları içerisinde mahkemelerin iş yoğunluğu, sonradan yürürlüğe giren
yasalar vb. nedenlerle fiilen uygulanamaz duruma gelmiş olduğu ve bu durumun
Anayasaya aykırılık sonucunu ortaya çıkardığı iddiasına yer verilmiştir.
Anayasa’nın 141. maddesinde, davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargıya görev olarak
yüklenmiştir. Diğer bazı yasal düzenlemelerde de mahkemelerin bakmakta oldukları
kimi dava ve işleri çok daha kısa süreler içinde sonuçlandırmalarına yönelik
hükümler bulunmaktadır. İtiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 141. maddesinde yer
alan hükme paralel bir düzenleme olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle itiraz
konusu yasa kuralı Anayasa’ya aykırı değildir; iptal isteminin reddi gerekir.
Tülay TU?CU, Fulya
KANTARCIO?LU, Mustafa YILDIRIM, Serruh KALELİ ve
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamışlardır.
İtiraz konusu kuralın
Anayasanın 2., 8., 9., 125., 140., 142. ve 155.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
VI- SONUÇ
15.5.1930 günlü, 1608 sayılı
“Umuru Belediyeye Müteallik Ahkâmı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 Tarih ve 486
Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil Kanun”un
2575 sayılı Yasa ile değiştirilen;
1 - 5. maddesinin birinci
fıkrasının ilk tümcesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
Tülay TU?CU, Fulya KANTARCIO?LU, Mustafa YILDIRIM, Serruh
KALELİ ile Osman Alifeyyaz
PAKSÜT’ün karşıoyları ve OYÇOKLU?UYLA,
2 - 6.
maddesinin ikinci fıkrasının dördüncü tümcesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
itirazın REDDİNE, Tülay TU?CU, Fulya KANTARCIO?LU, Mustafa YILDIRIM,
Serruh KALELİ ile Osman
Alifeyyaz PAKSÜT’ün
karşıoyları ve OYÇOKLU?UYLA,
22.12.2006 gününde karar verildi.
Başkan
Tülay TU?CU |
Başkanvekili
Haşim KILIÇ |
Üye
Sacit
ADALI |
Üye
Fulya KANTARCIO?LU |
Üye
Mehmet ERTEN |
Üye
Mustafa YILDIRIM |
Üye
Cafer ?AT |
Üye
A. Nemci ÖZLER |
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR |
Üye
Serruh
KALELİ |
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT |
KAR?IOY
GEREKÇESİ
15.5.1930 günlü
1608 sayılı Yasa’nın değişik 1. maddesinde belediye meclis ve encümenlerinin
kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve
selâhiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara
muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya
emrettiği fiilleri işleyenler veya yapmayanlar için idare tarafından para cezası
ve ticaret ve sanat icrasının belli süre yasaklanması cezası verilmesi
öngörülmüş, değişik 5. maddesinde de, ceza kararlarına tebliği tarihinden
itibaren beş gün içinde mahsus hâkimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hâkimliğine
müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabileceği hükme bağlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin
kararlarında belirtildiği gibi, idarenin kamu hizmetlerini süratli ve etkili
biçimde görebilmesi için, yaptırım uygulama yetkilerine gereksinimi vardır.
İdare bu yetkilerle, kamu düzeni ve güvenliğini, kamu sağlığını, ulusal
servetleri zamanında ve gereği gibi koruyabilir. Bu nedenle, idareye, geniş ve
çeşitli yaptırımlar uygulama yetkisi tanınmıştır. İdarî para cezaları ile
ticaret ve sanattan belirli süre yasaklama, idari yaptırımların en
önemlilerindendir. Bu yaptırımlar da aynı amaçla etkili ve yaygın biçimde
uygulanmaktadır. İdarî cezaları diğer cezalardan ayıran en belirgin özellik,
onların idarî makamlar tarafından kamu gücü kullanılarak verilmesidir.
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye
Cumhuriyetinin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu
belirtilmektedir. Demokratik hukuk devletinin önde gelen özelliklerinden biri de
kuşkusuz tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı tutulmasıdır. Bu
husus, Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında somutlaştırılarak
“idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” denilmiştir.
Bu kuralla yönetimin kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren tüm eylem ve
işlemlerinin etkili biçimde yargısal denetime bağlı tutulması amaçlanmıştır.
Tarihi çok eskilere dayanan
idari-adli yargı ayırımı, Anayasa’da da benimsenerek buna ilişkin düzenlemelere
yer verilmiştir. Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, “idarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”; 140. maddesinin birinci
fıkrasında, “Hakimler ve savcılar adli ve idari yargı
hakim ve savcıları olarak görev yaparlar”; 142. maddesinde “Mahkemelerin
kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla
düzenlenir”; 155. maddesinin birinci fıkrasında da, “Danıştay, idari
mahkemelerce verilen kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve
hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve
son derece mahkemesi olarak bakar” denilerek îdari-adli
yargı ayrılığı tüm kurum ve kurallarıyla Devletin hukuk düzeni içindeki yerini
almıştır. Buna göre, kural olarak, idarenin kamu hukuku alanına giren, kamu gücü
kullanarak idari usullerle tesis ettiği işlem ve eylemlerinin idari yargı, özel
hukuk alanına giren işlemlerinin de adlı yargı denetimine bağlı tutulması
gerekmektedir.
Anayasa’nın idarî-adli yargı
ayırımını kabul etmiş olması nedeniyle idari yargının görev alanına giren bir
uyuşmazlığın çözümünde işin niteliğinden kaynaklanan ve kamu yararının zorunlu
kıldığı çok sınırlı durumlar dışında adli yargının görevlendirilmesi olanaklı
değildir.
Açıklanan nedenlerle işin
niteliğinden veya kamu yararının zorunlu kıldığı bir durumdan kaynaklanmayan ve
idari nitelikte olduğunda duraksama bulunmayan cezalara karşı adli yargıya
başvurulmasını öngören itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle
iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Başkan
Tülay TU?CU |
Üye
Fulya KANTARCIO?LU |
Üye
Mustafa YILDIRIM |
Üye
Serruh
KALELİ |
KAR?I OY
1608 sayılı Umuru
Belediyeye Müteallik Ahkâmı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 Tarih ve 486 Numaralı
Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil Kanun’un 2575
sayılı Kanun ile değiştirilen 5. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Ceza
kararlarına tebliği tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hâkimlere ve
bulunmayan yerlerde sulh hâkimliğine müracaat ile şifahi veya yazılı itiraz
olunabilir” şeklindeki tümce ile 6. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan
“İtirazın otuz gün içinde neticelendirilmesi mecburidir” şeklindeki
tümcenin Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülmüştür.
Ceza kararında yer alan para cezası
ile işyeri kapatma cezasının, kabahat eyleminin karşılığı olarak verilen birer
idari yaptırım olduklarında kuşku bulunmamaktadır.
İtiraz
başvurusundan sonra ve 1 Haziran 2005 günü yürürlüğe giren, 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun 3.maddesinin (1) numaralı fıkrasında “ Bu kanunun genel
hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” denilmiş,
idari yaptırım kararlarına karşı başvuru yolunu düzenleyen ve bu Kanun “genel
hükümleri” arasında yer alan 27.maddesinin (1) numaralı fıkrasında da
“ İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım
kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç
onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine
başvurulabilir.
Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı
kesinleşir” hükmüne yer
verilmiştir. Aynı Kanunun 28. maddesinde ise sözü edilen idari yaptırım
kararlarına karşı yapılacak başvurunun incelenmesine ilişkin usul ve esaslar
ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Böylece, 1608 sayılı
Kanun’un 2575 sayılı Kanun ile değiştirilen 5.maddesinin birinci fıkrasında yer
alan “Ceza kararlarına tebliği tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus
hâkimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hâkimliğine müracaat ile şifahi veya
yazılı itiraz olunabilir” şeklindeki görevli mahkeme ile itiraz süresi ve
biçimini düzenleyen tümce ile 6. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan
“İtirazın otuz gün içinde neticelendirilmesi mecburidir” şeklindeki inceleme
usulünü düzenleyen tümcenin, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3.
maddesindeki yollama ile 27. ve 28. maddelerinde yer alan görevli mahkeme itiraz
süresi ve inceleme usulüne ilişkin hükümlerle değiştirilmiş olduğundan,
bakılmakta olan davada uygulanma olanağı kalmamıştır.
Ayrıca, itiraz karara bağlanmadan
önce, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 günlü, 2005/108-2006/35 sayılı kararıyla
iptal edilen 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi, 6.12.2006 günlü, 5560
sayılı Yasa’nın 31.maddesi ile “(1) Bu kanun; a) İdari yaptırım kararlarına
karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda hüküm bulunmaması halinde,…
uygulanır.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Bu
düzenleme ile de adli yargı içerisinde yer alan sulh ceza mahkemeleri, idari
yaptırım kararlarına karşı yapılacak başvuruları diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde incelemekle görevli kılınmıştır. Yasa koyucu aksine hüküm
bulunmama halini sadece kanun yolu ile sınırlamıştır. Buna göre, 1608 sayılı
Kanun’un 5. maddesinde görevli mahkemenin sulh hâkimliği (sulh ceza mahkemesi)
olduğu belirtildiğinden, görevli mahkeme bakımından aksine bir hüküm
bulunmamakta ve bunun sonucu olarak da 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa ile değiştirilen 3. maddesi uyarınca bir kez
daha değiştirilmiş bulunmaktadır. Kaldı ki, bu değişiklikler sadece görevli
mahkeme bakımından yapılmamış, itiraz süresi beş günden
onbeş güne çıkartılmak, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesi
zorunluluğu kaldırılmak, idari yaptırım kararlarına karşı yapılacak başvuruların
incelenmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemek gibi konularda da yapılmıştır.
Diğer taraftan, para cezasına ilave
olarak verilen işyeri kapatma cezasının aynı ceza kararında yer almasının, 5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesi ile yeniden düzenlenen 3. maddesindeki
hükümler gözetildiğinde, görevli mahkemeyi değiştiremeyeceği açıktır. 5326
sayılı Kabahatler Kanunu’nun 19. maddesindeki düzenleme, görevli mahkemeyi
belirlemeye, yargılama usul ve esaslarını saptamaya yönelik olmayıp, sadece
diğer kanunlarda yer alan bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi İşyerinin
kapatılması gibi yaptırımların gerekli değişiklik yapılıncaya kadar ilgili
kanunlarında saklı tutulmasına ilişkindir. Yaptırımların, yapılacak değişikliğe
kadar ilgili kanunlarda saklı tutulmasını sağlayan düzenlemenin başvurulacak
görevli mahkemeyi değiştirmeyeceği tabiidir.
Belirtilen nedenlerle, 5326 sayılı
Kabahatler Kanunu’nun yeniden, düzenlenen 3.maddesi ile 27. ve 28. maddeleri
bakılmakta olan davada uygulanacak kuraldır. 1608 sayılı Kanun’un 5. ve 6.
maddelerinde yer alan itiraz konusu tümcelerin ise bakılmakta olan davada
uygulanma olanağının kalmadığı, dolayısıyla başvuru hakkında karar verilmesine
yer olmadığı yönünde karar verilmesi gerektiğinden, çoğunluğun uygulanacak kural
olduğuna ilişkin kararına katılmadık.
Üye
Sacit
ADALI |
Üye
Mehmet ERTEN |
KAR?IOY
GEREKÇESİ
16 Nisan 1340 tarihli ve 486 sayılı
Kanun’un 2575 sayılı Kanun ile değiştirilen 5. maddesinin birinci fıkrasında yer
alan “Ceza kararlarına tebliği tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus
hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine
müracaat ile şifahi veya yazılı itiraz olunabilir” şeklindeki kuralın, idari
işlemden kaynaklanan uyuşmazlığın çözümünde uygulanacağı açıktır. Adli ve idari
yargı ayrımını benimsemiş olan Anayasa’nın 2., 125.,
140. ve 155. maddeleri gereğince bu durumda kural olarak idari yargının görevli
olması gerekirken sulh ceza mahkemelerinin görevli kılınmasının Anayasa’ya
aykırı olduğu, bu nedenle iptali gerektiği yolundaki itiraz gerekçelerine
katılmaktayım.
Yasa’nın 6. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “… itirazın otuz gün içinde
neticelendirilmesi mecburidir” kuralının, mahkemeler üzerinde gerçekçi olmayan
bir zaman baskısı kurarak Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma
hakkını zedeleyeceği, kuralın uygulanamadığı durumlarda yaratacağı
belirsizliklerin ve sonradan yürürlüğe giren yasalarla doğacak çelişkilerin
Hukuk Devleti’nin gereği olan hukuk güvenliği ilkesi ile bağdaşmadığı, bu
nedenle Anayasa’nın 2. maddesine de aykırı olduğu ve iptali gerektiği
düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT