Disiplin cezaları, kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin
gereklerine aykırı eylemlerine karşı düzenlenen idari yaptırımlardır. Kamu
hizmetlerinden sürekli uzaklaştırılabilmek gibi ağır sonuçlara uzanan disiplin
cezaları, ağırlığı ve önemi sebebiyle Anayasanın 38. maddesindeki suç ve
cezalara ilişkin kurallara tabi tutulmuşlardır.
Anayasa Mahkemesi birçok kararında disiplin cezalarını Anayasanın 38. maddesinde
yer alan "suç ve cezalara ilişkin genel esaslar" kapsamında
değerlendirmiştir.Anayasa Mahkemesi 19.4.1988 günlü,E:1987/16,K:1988/8 sayılı
kararında; yönetsel yaptırımların yönetimin karar ve işlemlerinin denetiminin
zorunlu olanlarından olduğunu,suç ve cezaların Anayasaya uygun olarak yasayla
konulabileceği,..."Kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesi uyarınca bir hukuk
devletinde,ceza yaptırımına bağlanan her eylemin tanımının yapılması ve suçların
kesin bir şekilde ortaya konulması gerektiği,anılan ilkenin özünün yasanın ne
tür eylemleri yasakladığının hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirtmesi ve
buna göre cezasının da yasayla saptanmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'de, bir disiplin soruşturması sonucunda hapis
cezası, diğer bir deyişle ciddi bir biçimde kişi özgürlüğünün kaybını içeren bir
ceza verilme ihtimali varsa, bu durumun "hukuk devletini tanıyan bir toplumda"
isnadın ceza hukuku anlamında bir suç olduğunu gösterdiğini vurgulamıştır.
(Engel, Hollanda) Ceza davalarında adil yargılama hakkına ilişkin olarak
uygulanan birçok ilke ve kuralın, disiplin cezalarına karşı açılan davalarda da
uygulanması gerekmektedir.
Adil yargılama hakkı, temel insan haklarından biri olması dolayısıyla 1948
yılında dünya devletlerince kabul edilen ve bir başlangıç teşkil eden İnsan
Hakları Evrensel Bildirisinde tanınmış ve uygulanabilir evrensel bir ilke olarak
kendine yer bulmuştur. 1948'den bu yana
uluslararası
bir gelenek haline gelmiş olan bu hak, takip eden yıllarda Kişisel ve Siyasal
Haklar
Uluslararası
Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerle yaygınlık kazanmıştır.
Çeşitli sözleşmelerle zamanla ayrıntılı düzenlemelere gidilen, bağlılığı artan
bu hak, ulusal alanlarda da etkisini göstermiş ve devletlerin bu yapı içinde
muhakemenin ulusal yasalara uygun olup olmadığı, ulusal yasaların
uluslararası
adil yargılanma güvenceleriyle uyumlu olup olmadığı ve yasaların uygulanma
biçiminin
uluslararası
standartlara aykırılık taşıyıp taşımadığı noktalarında yasaların
uluslararası
uzlaşmaya uyumlaştırma çabalarını getirmiştir.
Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı
kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma
hakkı birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak
arama özgürlüğünün temelini oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü
yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda
bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da
aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince
kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren
engeller kaldırılmalıdır.
Kişinin karşılaştığı bir suçlamaya karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz
kaldığı haksız bir eylem veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava
hakkını kullanmak ve bu davada kullanabilecek kanıtları mahkeme önüne
getirebilmektir. Bu kural "adil yargılama hakkı"nın temelini oluşturmaktadır.
Türkiye'de adil yargılanma hakkının içerdiği pek çok ilke ve hak, Anayasa'nın
36, 38, 125, 138 ve 142. maddesinde yer almasına rağmen, 2001 yılında Anayasa'da
yapılan değişiklikle kavram olarak 36. maddede yer verilmek suretiyle
Anayasa'nın bir parçası haline getirilmiştir.
Anayasa'nın 90. maddesinin, "usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası
antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile
Anayasa Mahkemesine başvurulamaz" biçimindeki son fıkrasına "usulüne göre
yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır."
cümlesinin eklenmesi nedeniyle "hak arama özgürlüğü" açısından bu konunun
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Uluslararası
Sözleşmelerin Türk hukukundaki yerini doğrudan doğruya düzenleyen hüküm
Anayasa'nın 90. maddesinin yukarıda yer verilen son fıkrasıdır. Bu hükümle
birlikte, Anayasanın 15, 16, 42 ve 92. maddelerinde de
uluslararası
hukuka, dolayısıyla
uluslararası
sözleşmelere göndermede bulunulmuştur.
Anayasanın yukarıda yer verilen hükümleri ile
uluslararası
hukuk kuralları, dolayısıyla
sözleşmeler
ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Bu maddelerde belirtilen konulara ilişkin
kurallar getiren sözleşme hükümlerini garanti altına alarak bunlara anayasal bir
değer yüklenmiştir.
Uluslararası
sözleşmelerin iç hukukta geçerliliği ve Anayasa'da önceden de yer alan
düzenlemeler ile ilgili bu açıklamalardan sonra son Anayasa değişiklikleri ile
yeni oluşan hukuksal durum ve iç hukuk kurallarına etkisi üzerinde
değerlendirmede bulunulması şarttır.
Yasa koyucu temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla
kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklar demek suretiyle yargı yetkisini Türk milleti adına kullanan "adli,
idari ve askeri yargı" yerleri ile birlikte yasama ve yürütme organının da yeni
kural çerçevesinde hareket etmeleri gerektiğini belirtmiştir.
Yargı yetkisini kullanan mahkemelerin yetkilerinin kullanımı ile ilgili
düzenlemeler Anayasa'nın 9. ve 138. maddelerinde yer almaktadır. Anayasanın 9.
maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılacağı, 138. maddesinde de, yargıçların görevlerinde bağımsız
olduklarını, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre
hüküm vereceklerini, hiçbir organ, makam, merci ve kişinin, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceklerini ve
genelge gönderemeyeceklerini, tavsiye ve telkinde bulunulamayacağını kesin bir
dille kurala bağlamaktadır.
Anayasanın 138. maddesinde yer alan "hukuka" uygun karar vermenin iç hukuk
yanında
uluslararası
hukuk da dahil olarak anlamak gerekir. Ulusal üstü hukuk herhangi bir şekilde
ulusal hukuka dahil olmuşsa yargı yetkisini kullanan hakimlerin bunu göz önünde
bulundurması zorunludur.
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin III. Bölümünde yer
alan "Adil yargılama hakkı" başlıklı 14. maddesinde; herkesin mahkemeler ve
yargı yerleri önünde eşit oldukları, herkesin hakkındaki bir suç isnadının veya
hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında,
hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve
aleni olarak yargılanma hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Sözleşmenin yukarıda yer verilen maddesi ile "hak arama özgürlüğü" güvenceye
alınmıştır. Temel insan haklarından olan bu hakkın kullanılabilmesi için hiçbir
kısıtlamaya tabi olmaması gerekir. Mahkemeye etkili olarak başvurabilme ve sav
ve savunma hakkını kullanabilme yönünde engel teşkil eden tüm işlem ve
uygulamaların Sözleşme'ye de aykırı olacağı tartışmasızdır. Adil yargılanma
hakkının tam ve koşulsuz gerçekleşmesi, sav ve savunma hakkının etkin
kullanabilmesinin güvenceye alınması konularında sınırsız hükümler içermesi
nedeniyle birçok ulusal ve
uluslararası
kurallara göre ileri durumda bulunan Sözleşmenin uyuşmazlıkların çözümünde
uygulanması çağdaş hukuk anlayışının doğal bir sonucudur.
Dolayısıyla, davacıya verilen disiplin cezalarının dayanağı olarak gösterilen
eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nde yer alan hangi disiplin suçu
kapsamında olduğu ve bu maddeler uyarınca cezalandırılmaları gerektiğine yönelik
olarak soruşturmacı tarafından bir belirlemede bulunulmadan ceza teklifinde
bulunulması ve Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nca da teklif
doğrultusunda ceza verilmiş olması nedeniyle, davacının işlediği iddia edilen
eylemlerinin karşılığında haklılığını ortaya koyabilecek, disiplin suçunu
işlemediğini kanıtlayacak, eylemlerinin karşılığında verilen cezaların eylemle
örtüşmediğini ortaya koyacak savunma hakkından yoksun bırakılması, davacının
"Hak arama özgürlüğü"'nü kullanırken "Adil yargılanma hakkı"ndan yoksun
bırakmaktadır. Davacının bu haktan yoksun bırakılması Birleşmiş Milletler Medeni
ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 14. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "adil yargılama" ile ilgili genel kuralı
koyan 6. maddesinin birinci fıkrasında, bu kavramı oluşturan hak ve ilkelerin
bir kısmı açıkça sayılmıştır. Bunlar; yargılamanın kanunla kurulan bağımsız ve
tarafsız bir mahkeme önünde, makul sürede, açık ve hakkaniyete uygun olarak
yapılmasıdır.Öte yandan,hakkaniyete uygun yargılama kavramından yola çıkılarak
başka pek çok ilke ve hak da belirlenmiştir. Örneğin, silahların eşitliği,
çelişmeli yargılama, gerekçeli karar bunlar arasında sayılabilir.
Çelişmeli yargılama ilkesi, dava sırasında mahkemenin kararını etkilemek
amacıyla sunulan delil veya mütalaalar ya da görüşlerin her biri hakkında bilgi
sahibi olma ve bunlar hakkında yorum yapma imkânının taraflara tanınması olarak
özetlenebilir.
Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilgilidir.
Bu iki ilke Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında birbirini tamamlar
nitelikte kullanılmaktadır. Çünkü çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi,
davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki dengeyi bozabilmektedir.
Çelişmeli yargılama, davanın karşı tarafının sunduğu delil veya dosyada bulunan
her türlü mütalaa veya görüşten tarafların haberdar olması ve yorum yapabilme
imkânına sahip olması demektir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ruiz-Mateos (İspanya) kararında çelişmeli
yargılama ilkesini şöyle tanımlamaktadır: "Çelişmeli yargılama, tarafların,
diğer tarafça sunulan delil veya dosyada yer alan mütalaalar hakkında, bilgi
sahibi olma ve bunlar hakkında yorum yapma imkanına sahip olması demektir."
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 466 sayılı Yasaya dayanarak tazminat istemiyle
dava açan Mehmet Göç isimli kişinin; Yargıtay Başsavcısının esas hakkındaki
mütalaasının kendisine gönderilmediğinden ve tazminat talebiyle ilgili olarak
duruşma hakkından yoksun bırakıldığı iddiasıyla yaptığı başvuru sonucunda
verdiği kararında (Göç, Türkiye); başvurucunun milli mahkemeler önünde duruşma
hakkına sahip olmadığı dikkate alındığında, mütalaanın tebliğinin zorunlu hale
geldiğini, Cumhuriyet Başsavcısının Yargıtay'a sunduğu mütalaanın başvurucuya
tebliğ edilmemesinin Sözleşmenin 6/1. maddesini ihlal ettiği kanaatine
varmıştır.
Olayda, davacının soruşturma raporunda hakkında isnat edilen eylemlerin Emniyet
Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün hangi maddelerini ihlal ettiği açık bir şekilde
ortaya konulmadan disiplin cezaları ile cezalandırılmasına karşın, davacının
varsayıma dayalı suçlamaya karşın haklılığını kanıtlayabilmek için delillerden
hareketle dava hakkını kullanmasının engellenmiş olması "Silahların eşitliği" ve
"Çelişmeli yargılama" ilkelerine aykırıdır.
Davanın,"Bağımsız ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkı" ilkesine uygunluğu
yönünden yapılacak değerlendirmelere gelince; Anayasa'nın "Mahkemelerin
Bağımsızlığı" başlıklı 138. maddesinde, hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
verirler. " hükmüne yer verilmiştir.
Hâkimlerin görevlerini bağımsız olarak yapabilmeleri ve Anayasa'ya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirken hak kaybına neden
olabilecek, adalet duygusunu zedeleyen, hak arama özgürlüğünü engelleyen, adalet
terazisinde hak açısından her zaman eşit olması gereken davacı ile davalı
arasında adil yargılama hakkına ters düşen varsayımlardan hareketle tesis edilen
işlemler üzerinden yargılama sürecini yürüterek karar vermek zorunda
bırakılmamaları gerekir. Hukuk devletinde mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin
bir yansıması da böyle gerçekleşmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin 1.fıkrasında temel bir kural
vardır. Bu kurala göre, "her şahıs... bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının... dinlenmesini istemek hakkına haizdir.", Bu kurala göre,
herkesin davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun
olarak görülebilmesi için, hakkında isnad edilen eylemlerin hangi kuralları
ihlal ettiği açık bir şekilde ortaya konulmalı,mahkemelerin de yargılama
sürecinde,davacı ve davalının ileri sürdükleri sav ve savunmaları üzerinden
hakkaniyete uygun karar vermeleri gerekir.Varsayıma dayalı olarak idari yargıda
hak arayan davacının yargılamasının eldeki delillere göre "mahkemelerin
bağımsızlığı" ilkesine uygun bir şekilde değerlendirilmesi olanağı
bulunmamaktadır.
Bu durumda, davacı hakkında isnad edilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin
Tüzüğü'nün ilgili görülen maddeleri uyarınca değerlendirilerek birbiri ile
örtüşecek şekilde disiplin cezası teklifinde bulunulmaması ve Emniyet Genel
Müdürlüğü'nce de aynı doğrultuda disiplin cezası verilmiş olduğu gözetildiğinde,
davacının varsayıma dayalı cezalandırmaya karşı açtığı davasında hakkaniyete
uygun bir yargılama yapılamayacağından,"Hak arama özgürlüğü", "Adil Yargılanma
hakkı", "Mahkemelerin bağımsızlığı", "Silahların eşitliği" ve "Çelişmeli
yargılama" ilkeleri uyarınca, idarenin yerine geçerek davacı hakkında isnad
edilen eylemlerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün hangi maddesi kapsamında
kaldığına yönelik değerlendirmelerden sonra davacının disiplin suçu işlediği
kanaatine varılarak davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının bozulması
gerekeceği düşünülmektedir…
Türk Milleti Adına
Davacı, geniş kapsamlı soruşturmada tüm delillerin toplanmadığını, savunma
hakkının kısıtlandığını, aynı eylem nedeniyle adli yargıda açılan ceza davası
sonuçlanmadan disiplin cezası verildiğini, İdare Mahkemesinin kararını
soruşturmacının ifadesine dayandırdığını, kurumda çalışan personel sayısından
daha fazla kişinin disiplin cezası ile cezalandırılmasının hukuk kuralları ile
bağdaşmadığını, Mahkemenin fiillerin değerlendirmesini yaparken varsayımdan
hareket ettiğini, son altı yıllık sicil notu ortalamasının 90 ve üzeri olduğu
halde Tüzüğün 15. maddesinin uygulanmamasının hukuka aykırı olduğunu ileri
sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı
kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma
hakkı birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak
arama özgürlüğünün temelini oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü
yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda
bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da
aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince
kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren
engeller kaldırılmalıdır.
Kişinin karşılaştığı bir suçlamaya karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz
kaldığı haksız bir eylem veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu, yargı mercileri önünde dava
hakkını kullanmak ve bu davada kullanılabilecek kanıtları mahkeme önüne
getirebilme olanağına sahip olması gerekmektedir.
Disiplin cezası ile cezalandırılan kamu görevlisinin disiplin suçu oluşturan
eylemi açık bir şekilde belirlenmeli, disiplin suçu oluşturan bu eyleminin hangi
disiplin kurallarını ihlal ettiği ortaya konulmalıdır. Aksi halde, kamu
görevlileri isnad edilen eylemleri gerçekleştirmediklerini, dolayısıyla disiplin
suçunu işlemediklerini kanıtlayamayacakları gibi,bu uyuşmazlıklara karşı açılan
davalarda yapılacak hukuki nitelendirmeler de hakkaniyete uygun olmayacaktır....
Davacıya verilen disiplin cezalarının dayanağı olarak gösterilen eylemlerin
Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nde yer alan hangi disiplin suçu kapsamında
olduğu ve bu maddeler uyarınca cezalandırılmaları gerektiğine yönelik olarak
soruşturmacı tarafından bir belirlemede bulunulmadan ceza teklifinde bulunulması
ve Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu'nca da teklif doğrultusunda
ceza verilmiş olması nedeniyle, davacının işlediği iddia edilen eylemlerinin
karşılığında haklılığını ortaya koyabilecek, disiplin suçunu işlemediğini
kanıtlayacak, eylemlerinin karşılığında verilen cezaların eylemle örtüşmediğini
ortaya koyacak savunma hakkından yoksun bırakılmış olması ve disiplin cezasının
hukuka uygunluk denetimini yerine getirecek yargı yerinin hakkaniyete uygun
etkin bir şekilde bu denetimi yerine getirmesi imkanının ortadan kaldırılmış
olması hususları birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde, davacının işlediği
iddia edilen fiillerin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün ilgili maddeleri
kapsamında disiplin suçu oluşturduğu kanaatine varılarak davanın reddi yolunda
verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.